Dizi sektöründe metal yorgunluğu neye alamet?
2002- 2011 arasında dizi sektörü altın çağını yaşadı.
Sektörün sahipleri, ‘altına hücum’ dönemindeki işadamları gibi bu fırsatı ganimet bilip, seyirciyi birbirinin kopyası saçma sapan hikayelerle utanmazca sömürdüler.
Ama deniz bitti…
Reytingler dizi sektörünün bu haliyle yaşamaya devam etmesinin zor olduğunu gösteriyor.
Birkaç maddede bu noktaya nasıl gelindiğini izah edelim…
VARAN 1: YILDIZ SİSTEMİ ÇÖKTÜ
Önceden formül çok basitti.
Dizinin en önemli unsuru başrol oynayan kişilerdi. Bunlarda genelde oyunculuklarıyla değil fiziksel özellikleriyle ön planda olan yıldızlardan seçilirdi. Bu iki ünlüyü aşk temalı dizide göz göze getirdiniz mi, seyirci hikayenin ne kadar şapşalca olduğuyla ilgilenmez diye düşünülürdü.
Fakat, artık durum değişti.
Seyirci sadece dizilerde değil reklamlarda, kliplerde, para kazanma hırsıyla her yerde karşısına çıkan samimiyetsiz yıldızlardan ve onların hiçbir inandırıcılığı olmayan aşk hikayelerinden son derece sıkıldı. Hatta o kadar ki, bir yapımda yıldız bir ismin yer alması o yapımın kötü bir hikayeye sahip olduğu izlenimi verir hale geldi. Yıldızların oynadıkları yapımlar batarken, B sınıfı oyuncuların oynadıkları yapımlar daha kabul görür oldu.
Son iki sezondur piyasanın en iyi aktör ve aktrisleri olarak bilinen kişilerin yaptıkları dizilere seyirci çok kısa bir süre ancak tahammül edebildi. Milyonluk diziler harcanan onca paraya rağmen birer birer battılar. Aynı yıldızların çektikleri sinema filmleriyse gişede büyük bir hüsran yaşadılar.
VARAN 2: EVCİLİK HİKAYELERİNDEN GINA GELDİ
Sokaktan geçen herhangi biri, ortalama bir dizinin temel karakterlerini ve hikayesini size çıkarabilir.
Kendinizde veya yakın çevrenizde deneyin isterseniz…
Peki, seyirci bu noktaya nasıl geldi?
Yıllarca bütün kanallarda hep aynı klişe senaryoyu, tekrar tekrar, izleye izleye…
Değişik isimlerle, aynı hikayeden milyon tane üretildi…
Birbirinin kopyası ‘simit sarayları” gibi kopya aşk dizileri çekildi…
Seyirci aynı ünlüleri hep aynı rollerde, hep aynı senaryoda, aynı çatışmaların içinde görmekten sıkıldı. Hulusi Kentmen’in üzerine yapışan sert görünüşlü fabrikatör rolü gibi günümüz dizilerinde de karakter klişeleri durmaksızın aynı şekilde çalıştı.
Sürekli holding patronunu oynayan kişiler, sürekli kahramanı canlandıran oyuncular, daima zengin bir adama yamanmaya çalışan hırslı kadın tiplemeleri sektörün temeline dinamit koydu…
Aynı gece, üç farklı kanalda, başka isimler altında aynı diziyi izlemeye başladı seyirci…
Hep açık unutulan kapılar, bir türlü ortaya çıkmayan yalanlar, bitmeyen yoğun bakımlar, Babasını amca bilmeler, zengin erkekler-fakir kızlar, seyirciyi oyalamak için olduğu besbelli ağır çekim sahneler dizileri çekilmez hale getirdi.
Bir dizi ne kadar aykırı bir görünümle başlarsa başlasın üçüncü bölümde ağlak dizilerin tıpkısı haline gelmeye başladı.
Farklıymış hissi veren hikayeler tükendi.
Sıradanlarıysa kabak tadı verdi.
Sektör kısır bir döngüye girdi.
Seyirci aptal yerine konmaktan bıktı.
VARAN 3: DİZİ SÜRELERİNDE AÇIĞA ÇIKAN PARA HIRSI KANALLARI FELAKETE SÜRÜKLEDİ.
Kanallar, reklam anlaşmaları gereği dizi sürelerini 45 dakikadan 120 dakikaya çıkardılar.
Böylelikle Türk kadınlarına bir yandan ev işi yapıp diğer yandan da konudan kopmadan dizi izleme fırsatı doğmuş oldu. Çünkü diziler süreyi tutturabilmek için anlamsız dolgu malzemeleriyle dolduruldular.
Her hafta aklı başında 120 sayfa senaryo yazmak mümkün olmadığı için senaristlerde, yönetmenlerde çareyi hikaye dışı atraksiyonlar yapmakta buldular.
Çözümsüzlükten, her bölümde bir arabesk şarkıya klip yapmak gibi ilginçlikler adet haline geldi mesela…
Uzun bölüm süreleri oyuncularda kısırlığa, berbat tekrarlara neden oldu.
Oyuncular hangi dizi de oynarlarsa oynasınlar hep aynı şekilde oynamaya başladılar.
Yönetmenler en can alıcı sahneleri bile “bitse de gitsek” tarzında çektiler…
Reyting baskısı, başarısızlık korkusu, yayından kaldırılma endişesi, popülariteyi yitirme ürpertisi ve ölümcül çalışma koşulları oyuncusu, yönetmeni ve senaristiyle dizi ekibini uyuşturucu madde bağımlısı haline getirdi.
SONUÇ…
Türk televizyon tarihinde en çok dizinin başlangıç yaptığı dört ay geride bırakıldı.
Ama aynı dört ay en çok dizinin yayından kaldırıldığı, yapımcıların battığı, yıldız oyuncuların depresyon tedavisi gördüğü, kanalların zarar ettiği bir dönem olarak tarihe geçti.
Dizi sektörü önlenemez bir çöküşe geçti.
Kötü mü oldu?
Bir yönüyle iyi oldu…
Çünkü artık eski aptalca sistemi, aynı paradigmalarla sürdürmek mümkün olmayacak. Tablo değişimi zorunlu kılacak…
Kötü tarafıysa, seyirci kötülük izlemeye o kadar bağımlı hale getirildi ki şiddet ve erotizm ile ilgili verilen dozdan memnun olmayacak ve belki de daha fazlasını talep edecek artık. Bunu sunmayan diziye de hayat hakkı tanımayacak. Dolayısıyla yapımcılarda seyircinin bu talebinden istifade edebilmek için RTÜK cezalarını göze alıp kantarın topuzunu seve seve kaçıracaklar.
Ekonomik ve sosyal şartlar güçleştikçe, insanlar günlük hayatlarında mutsuzlaşıp, robotlaştıkça dizilere (uyuşturucuya) olan bağımlılık ve ihtiyaç giderek artacak.
Bugünkü çöküş göstergeleri dizi sektörü için bir bitiş değil bir makas değişikliği anlamına gelecek. Yapımcılar Türkiye’deki televizyon bağımlılığını ranta çevirebilmek için daha büyük sermayeler, daha kışkırtıcı projeler ve daha ölümcül silahlarla yeni sezonda topluma saldıracaklar…