Eleştiriden Korkuyor muyuz?
“Ben olsam Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine, Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.”
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç, bu sözleriyle bin yıllık hastalığımızı olağanüstü bir açıklıkla ifade eder.
****
Seviyeli, objektif, ölçülü, yapıcı, bilgili, akıllıca, adil ve öngörüsü yüksek ve eleştirilere o kadar muhtacız ki…
Eleştirileri dikkate alarak eksik ya da yanlış yaptığımız işlerde daha doğru kararlar alabiliriz.
Belki bir adım sonra bizi bekleyen felaketten, yerinde ve zamanında yapılmış bir eleştiriye kulak vererek kurtulabiliriz. Eleştiri bizi bu gibi kazalardan kurtarmakla kalmaz sadece, gizlenip duran değişime direnen kibrimizin, büyüklüğünü görecek imkanı da sağlar.
Çünkü eleştiriden duyulan hoşnutsuzluğa daima kibir de eşlik eder. Kibir, bizi hatalarımızı görmekten alıkoyar. Kibir, bizi körleştirir. Körlükse yok oluşa götürür…
Ancak güçlü aşağılık kompleksi duyan insanlar eleştirilmeyecek kadar ciddiye alırlar kendilerini.
Her zamanki gibi bizi yanlış yorumlamaya hazır birileri için; eleştiriden, bazılarının yaptığı gibi alaya almayı, haksızlık etmeyi, insafsızca yermeyi, adaleti elden bırakmayı kastetmediğimizi belirtmek durumundayım.
****
O halde “eleştirinin” çocuklarda bir melekeye dönüşmesini sağlamak gerekir.
Öğrenciler önlerine konan şeyleri eleştirel bir süzgeçten geçirmeyi ilkokulla birlikte öğrenmelidirler. Bu onları, zihinlerini sağlık bir şekilde kullanmaya teşvik edecek, bireyselliklerini, özgüvenlerini güçlendirecektir.
Eleştirmeyi öğrenen öğrenciler öğretmenlerin, eğitim sisteminin ve şüphesiz toplumun kalitesini artıracaklardır. Fakat unutulmamalıdır ki, adil ve sağlıklı eleştiri ancak toleransın olduğu bir ortamda gelişip serpilebilir. Eleştiriyi kınamak, eleştireni susturmak, toplumdan bir “sürü” yaratmaktır. Sürüler kolay yönetilebilir ama sürüyle kalkınmanız, medeni bir toplum kurmanız mümkün değildir. Kalkınma için önüne konan her şeyi “eleştiri” süzgecinden geçiren, sorgulayan insanların sayısını çoğaltmanız gerekir. Toplumlar sürüleştikçe, Survivorlar, Çiftlikbanklar o toplumların vazgeçilmezi haline gelir.
Çiftlik bankların, Survivor’ların, din pazarlayanların, popüler kültüre tapanların ve kültür endüstrisinin panzehiri budur.
Kendilerine teklif edilen şeyin niteliğini düşünen, sorgulayan, eleştiren insanlar…
Oysa saydığımız unsurlar düşünmeyen, sorgulamayan, propagandaya göre hareket eden, çevresinin mahsulü sığ insanlara ihtiyaç duyarlar.
****
Aliya’nın söylediği gibi Batı’nın kurucu değerlerinden biri belki de en önemlisi, sözünü ettiğimiz “eleştiri” dir.
Batı düşüncesinin katalizörü olmuş isimlerden Descartes’in meşhur “yönteminde” ilk kural, “Doğruluğunu apaçık bilmediğin hiçbir şeyi doğru kabul etmemektir.”
Batı da düşünce bu ve benzeri metotlarla gelişmiş, bir bütün olarak kilise kurumu, iktidar, toplumsal yasalar, bürokrasi, geleneksel hayat yoğun bir eleştiriye tabi tutulmuştur. Akıllıca ve faydalı olmayan her şey reddedilmiştir. “Aydınlanmayı” doğuran sosyal çevre budur. Modern devletleri kuran yasalar böyle bir tasavvur dünyasının sonucudur. Avrupa meydanlarından giyotin, toplum hayatından adaletsizlik böyle kaldırılmıştır.
Aliya’nın kastettiği tastamam budur.
İçinde bulunduğumuz kültür havzasında ise eleştiri Aliya’nın da altını çizdiği gibi, bir türlü kök salamamış, kendine muteber bir alan açamamıştır. Halbu ki sahabe, hem Allah Resulünün hem de birbirlerinin görüşlerini, üstelik cemiyet içinde açık yüreklilikle, cesurca eleştirebilmişlerdir. (Bunun çok zengin örneklerini dileyenler klasik siyer kitaplarında bulabilirler) Fakat devamında gelen geniş imparatorluklar, güçlü merkezi idareler eleştiriye hep kuşkuyla bakmışlar onu bir fitne aracı gibi görmüşlerdir. Bu yüzden yanlışlıkları usulünce gösterenler değil, gizleyenler, manipüle edenler makamlarla ödüllendirilmişlerdir. Koçi Bey Risalelerinde, sansasyonlarla dolu bir dönemi anlatan Naima Tarihinde bunun yüzlerce misali mevcuttur.
Eleştiri mekanizmasının sağlıklı çalışmaması, bundan dolayı, şarlatan bürokratların üst kademeleri parsellemesi imparatorluğun ve yüzlerce yıllık vatan topraklarının kaybına neden olmuştur. Ne acıdır ki bugün dahi toplumumuzda eleştiri, üvey evlat muamelesi görmektedir. Aile içinden spor kulüplerine, devlet kurumlarından siyasete, özel sektörden akademiye kadar bu kronik hastalığımız, eleştiriden duyduğumuz hoşnutsuzluk, bünyemizi kemirmektedir.
Kemalist’i, ulusalcısı, liberali, demokratı, İslamcısı, muhafazakârıyla herkesin kendine dönük bir eleştiriden kaçması toplumsal bir kokuşmaya neden olmaktadır.
Yapılacak şey, iş işten geçmeden, “fabrika ayarlarına” dönerek, hem kendi hayatımızda hem toplum hayatında eleştiri müessesesini diriltmek için gereken şartları oluşturmak ve akla rütbesini iade etmektir.
Trafik, eğitim ve ekonomi de dahil toplumsal sorunlarımızın çözümü bundadır.
BAZI BÜROKRATLARIN İHTİŞAMLI DÜNYASI
Abdurrahman Dilipak, “karısı Range Rover kullanan bürokratlar var” diye yazdı geçen gün. Buna karşılık ‘3-5 milyonluk dairelerde, konaklarda ya da villalarda oturan bürokratlar da var’ diyerek eli yükseltmek istiyorum. Bunlar sır değil. Herkes her şeyi görüyor ve biliyor ancak görmüyormuş ve bilmiyormuş gibi yapılıyor. Bu kişilerin en büyük özelliği rahat zamanlarda en yüksek perdeden Erdoğan savunusu yapmaları. Zor zamanlarda zaten ortalarda görünmüyorlar. Fakat bilinsin ki, hem sefih bir hayat yaşayıp hem de dava siyaseti güdüyormuş imajı vermek toplumun adalet duygusunu ciddi anlamda zedeliyor.
“ÇUKUR” KENT
Çukur dizisi, “özerkliğini” ilan etmiş besbelli. 2015’te terör örgütünün açtığı hendek ve çukurlarla savaş alanına dönen güneydoğu fotoğrafında ne varsa hepsi aynıyla Çukur ‘da...
Emniyetin giremediği sokaklar, kötünün kötüsü insanlar, mafyacılık oynayanlar, çeteler, ürkütücü mekanlar, el tetikte gezenler ve Hong Hong aksiyon filmlerini aratmayan, sebil halinde, dizginlerinden boşanmış bir şiddet…
Hükümet, güneydoğudaki terör örgütüyle gayet başarılı bir şekilde mücadele etmiş terör örgütünün özerklik hayalini, şiddet hevesini kursağında bırakmıştı.
Ama ekrandaki şiddete, kötülüğe, özerk bölgelere, çeteleşmeye kimse dokunmuyor.
İnsan merak ediyor…
Bu ülkede çocuklarını, gençlerini düşünen bir tane idareci yok mu?
‘Bu ülkenin gençlerine yamyamlık, serserilik öğretilmesine izin veremeyiz’ diye endişelenen bir tane bürokrat ya da vekil yok mu?
Bu konuda o kadar büyük bir sessizlik var ki, artık “yok” olduğuna hükmetmekten başka çaremiz kalmıyor!
TARTIŞMANIN DA BİR EDEBİ VAR!
İçinde olmayı hiç istemeyeceğim tartışma türü, şu gazete köşelerinde yapılanlardır.
Takip ediyorsunuzdur…
Birbirlerine inanılmaz ağır hakaretler, iğrenç yakıştırmalar yapıyorlar…
Her türlü pespayeliği sergileyip, rezilliğin dibini buluyorlar.
Fakat sonra köşelerine çekilip, “ben yerli ve milliyim”,“ben de laik ve modernim” diye tiyatrolarına devam ediyorlar.
Siz şu, ya da, bu değilsiniz beyler, bayanlar…
Siz tek kelimeyle EDEPSİZSİNİZ...
ÜSKÜDAR SAHİLİN EKSİK KORKULUKLARI
Okurlarımız ve pek çok İstanbullunun gezmekten, İstanbul’u izlemekten en çok keyif aldığı yerlerden biridir Üsküdar sahil. Bununla birlikte sahildeki bazı eksiklikler kimi okurlarımızı haklı olarak tedirgin etmiş. Çünkü park ve yeşil alanları boğazdan ayıran korkuluklar bazı yerlerde eksikmiş. Günün her saati genci, yaşlısı ve çocuğuyla bir çok İstanbullu o nefis boğaz manzarasını izlemek için Paşa Limanı Caddesi üzerindeki parklara doluşuyorlar. Küçük bir dikkatsizlik halinde eksik korkulukların nasıl bir tehlikeye yol açacağını düşünmek bile ürkütücü. Özellikle akşam saatlerinde boğulma vakaları dahi yaşanabilir orada. Eminim Üsküdar Belediyesi yetkilileri, vatandaşların güvenliği için en kısa sürede bu eksikliği gidereceklerdir.