Futbol ve hayat
Futboldan çok hayat dersi çıkar.
Sadece oyundan zevk almaz, zamanlamanın ve tercihlerin önemini de kavrarsınız.
Planın, sistemin ve aklın belirlediği bir çerçeve içinde başlayan oyunun ancak bunlara zekâ ve sezgi katılırsa bir anlam taşıyacağını görürsünüz.
Teknik adamlar ne kadar akıllı planlar yaparlarsa yapsınlar, topun ve diğer oyuncuların hareketlerini birarada değerlendirecek bir sezgi yoksa oyuncularda, o akıl pek işe yaramaz.
Düşünmekle yapmak arasındaki ilişkiyi görürsünüz.
Beceriksizlik ve dikkatsizliğin öfkeyi ve hırçınlığı yarattığını fark edersiniz.
Çok ders çıkar futboldan.
Hatta siyaseti ve dünyanın gelişimini anlamaya bile yardım eder.
Bana sorarsanız, çağımızdaki gelişmeleri en önce kavramış ve bu gelişmeyi günlük yaşama en iyi biçimde aksettirmiş en muhteşem örnektir futbol.
Küreselleşme denen şeyin ne olduğunu futboldan daha iyi anlatabilecek bir örnek bulmanın zor olduğunu düşünürüm.
Futbola meraklı olanlar, bu son dünya kupasını seyrederken, milli takımlar arasında bir tane bile Barcelona ya da Chelsea ayarında takım olmadığını söylerler size.
Birçok kulüp takımı, dünya kupasına katılan milli takımların çoğundan daha iyi top oynar, daha çok zevk verir.
Para açısından bakarsanız, hiçbir kulüp, milli takımlarının giderlerini karşılayan devletler kadar zengin değildir.
Devletlerin imkânları daha geniştir ama kulüplerin takımları artık daha iyidir.
Neden?
Devletler, ellerindeki imkânları “mecburiyetlere” bağlı olarak kullanırlar.
Kulüplerin bu tür mecburiyetleri yoktur.
Dünyanın en gelişmiş, en müthiş ligine sahip olan İspanya’nın şampiyonu Barcelona, Arjantinli Messi’yi, İsveçli İbrahimoviç’i takımında oynatabilir.
Hangi ırktan, hangi milletten futbolcu oynatacağına kendisi karar verir.
Kupadan daha ilk maçlarda elenen İtalya’nın şampiyonu olan ve Avrupa Şampiyonluğu’nu da kazanan Inter’de neredeyse bir tane bile İtalyan oyuncu yoktur.
Milli takımlar “ulusaldır.”
Kulüp takımları “uluslararası”dır.
Onun için kulüp takımları milli takımlardan iyidir.
Uluslararası olan, küreselleşmiş olan, ulusal olanı yener.
Aslında “milli” takımlar bile “ulusallık” anlayışını en azından “hocalar” düzeyinde yıktılar, milli takımların çoğunu “yabancı” hocalar çalıştırıyor, kimse Fildişi Sahili’ni Fildişi Sahili’nden biri yönetsin demiyor.
Türk Milli Takımı bile Hollandalı bir teknik adama teslim edildi.
Ben aslında siyasette de “futbol” örneklerinin kullanılması gerektiğine inanırım.
İngilizlerin Arsenal takımını bir Fransız, İspanyolların Real Madrid takımını bir Portekizli, Galatasaray’ı bir Hollandalı yönetebiliyorsa, en azından dünyadaki şehirlerin belediye başkanları da “yabancı” olabilmeli.
Her şehir, futbol kulüpleri gibi kendine bir “yönetim kurulu” seçer, o yönetim kurulları da dünyanın en iyi belediye başkanlarını bulup transfer eder.
Yönetim kurulunun başarısı, en iyi yöneticiyi bulmasıyla belirlenir.
Yöneticilik, profesyonel bir iş olur.
İyi yönetemeyen, kentlerin hayatını güzelleştiremeyen bir daha iş bulamaz.
Şimdi örnek olarak sadece belediye başkanlarından bahsediyorum ama çok da uzak olmayan bir zamanda “devlet” yönetimlerinin de “profesyonelleşeceğini” ve öyle de olması gerektiğini düşünüyorum.
Bir ülkeyi en iyi biçimde sadece o ülkenin vatandaşlarının yöneteceğine doğrusu ben pek inanmıyorum.
Bir Türk olan Kenan Evren’i ya da Süleyman Demirel’i düşünün.
Türkiye’yi daha iyi yönetecek insanlar yok muydu dünyada?
Ya da büyük bir yolsuzluk skandalıyla görevinden uzaklaştırılan Nixon’ı ya da yanlış kararlarıyla dünyayı ve Amerika’yı altüst eden Bush’u düşünün.
Bu adamlar sadece Amerikalı oldukları için, kendilerinden çok daha iyi yabancı yöneticiler olmasına rağmen Amerika’nın başına geldiler.
Eğer aynen futbolda olduğu gibi şehirleri ve devletleri de “profesyoneller” yönetse, yönetim yarışlarında, seçimlerinde saçma sapan hamaset edebiyatı biter, “yönetici adayları” sadece projeleriyle yarışırlardı, yolsuzluklarını, beceriksizliklerini nutukların arkasına saklayamazlardı.
Siyaset, anlayış olarak futboldan çok daha geride bugün, yöneticiler “rekabeti” mümkün olduğu kadar “dar” tutabilmek için futboldaki anlayışı büyük bir dirençle reddediyorlar.
Bir düşünsenize, kent ve devlet yöneticiliği “uluslararası” rekabete açılsaydı, bugün yönetici olan kaç kişi işine devam edebilirdi?
Dedim ya, futboldan çok ders çıkar.
Üstelik seyri de heyecanlıdır.