Güzelleşmek
Zeliş’in güzellik salonuna gidilmesine hiç karşı değilim.
Tam aksine, bir fırsat verilse ben de giderim, anladığım kadarıyla eğlenceli bir yer.
Gidenlere de gıpta ettim, onu da söyleyeyim.
Ama doğrusu ben Zeliş’in salonuna iftardan sonra gidemem çünkü ben oruç tutmuyorum.
Eğer oruç tutsaydım, oraya iftardan önce de sonra da gitmezdim.
Belki ben yanılıyorum ama oraları benim gibi günahkârlar içindir diye biliyorum, oruç tutan dindarların pek uğrayacağı yerler değil.
Ayrıca, oruç tutmasam da kimseyi o salonlara “ihalede işimize yarar” diye götürmezdim, ihalede yolsuzluk da yapmazdım.
Zeliş’e gitmek benim “değerlerime” aykırı değil ama ihalede yolsuzluk yapmak benim değerlerime aykırı çünkü.
Oruç tutacak kadar dindar birinin iftardan sonra Zeliş’e gitmesi, ayrıca ihale işlerinde işine yarayacak diye birilerini de oraya götürmesi doğrusu ya bana biraz üzücü gözüktü.
Çünkü kendi “değerlerine” aykırı davranmışlar.
Ben insanların “değerlerini” yargılamaktan yana değilim, herkes kendince bir “değerler” sistemi kurar hayatında, o değerlerin ne olacağına da kendisi karar verir ama bir insanın kendi değerlerine aykırı davranması, kendine ihanet anlamına gelir.
Bir insanın hayatında olabilecek en acıklı şey de budur bence, kendi değerlerine ihanet etmektir.
Peki, “dindar nesiller yetiştirmek” isteyecek kadar dinine bağlı bir başbakanın iktidarında, o iktidarın atadığı, büyük bir ihtimalle de dindar insanlardan oluşan bir “denetim” kurumuna“güzellik salonları”, rüşvetler, yolsuzluklar nasıl sızdı?
Bu, sadece o insanların “ahlaksızlıklarıyla” açıklanamaz.