İşkence ve Gül
Şu son bir yılda yaşadığımız ürkütücü tuhaflıkların nedenini anlayabilmek için, daha önce de sormaya çalıştığım bir soruyu sormamız gerektiğine inanıyorum.
Genel seçimlerde yüzde elli oy almış bir başbakan neden İdris Naim Şahin gibi bir politikacıyı “İçişleri Bakanı” yapar?
Bilgisinden, birikiminden, yaratıcılığından, toplumdaki güven verici imajından, demokrasi ve hukuk yandaşı olmasından yararlanarak ülkeye barış ve özgürlüğü getirmek için mi?
Yoksa “muhafazakâr milliyetçi” bir fanatizmin etrafında taraftarlarını toplayıp, “öbürlerine”ülkeyi dar etmek, Alevi-Sünni, Kürt-Türk gerginliğini derinleştirip memleketi kesin bir kutuplaşmanın batağına sokmak için mi?
Başbakan Erdoğan, Şahin’i İçişleri Bakanı yaptığında onun kim olduğunu, kapasitesini, ideolojik duvarlarını biliyordu, bilerek seçti onu.
Şimdi artık biz de Şahin’i tanıyoruz.
O zaman bu sorunun cevabı ne?
İdris Naim Şahin’i İçişleri Bakanı yapan bir iktidarın, “işkencecilikten” mahkûm olmuş, kendi aleyhinde tanıklık edecek birini mahkemeden iki gün önce ekibiyle “alarak” işkencede “boynu kırılarak öldürülmüş” olarak morga teslim etmiş bir polisi “terfi” ettirmesi ve bu polise, dolayısıyla da işkenceciliğe sahip çıkması şaşırtıcı mı?
Sadece Şahin’in varlığı, kimliği ve makamı bile ne tür bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu bize anlatmıyor mu?
Bugün Malatya’da “Alevi-Sünni” çatışmalarının ürpertici “işaretlerini” yaşamamız, bilinçli bir tercihle hazırlanmış politikaların sonucu olarak ortaya çıkmıyor mu?
“Suriye’de Kürt oluşumuna müdahale ederiz” diyebilen bir çılgınlığın ülkedeki Kürt-Türk gerginliğini yaygınlaştıran politikalarının kökünde Şahin’i bakan yapan anlayış yok mu?
Bugün yaşadıklarımız, yüzde elli oyla gelen bir “ikbal” delirmesinin gözü kararmış kutuplaşmalarının sonucu.