Kardeşlik kokusu
Büyük felaketler, içlerinde büyük mucizeler de taşırlar.
Babasının bedenini siper edip koruduğu Yunus’un enkazın altından sağ çıktığını, büyük bir acının, büyük bir fedakârlığın ve büyük bir mucizenin birarada yaşandığını görebilirsiniz.
Böyle dehşetli yıkımlarda, kader, yok edici yüzünü, var edici yüzüyle birlikte gösterir.
Kaderin iki yüzünü gördüğümüz gibi insanların iki yüzünü de görürüz.
Geçtiğimiz yüzyılda Amerika’da yaşasa Ku Klux Klan’a üye olabilecek tıynetteki vicdansız bir ırkçılığın Türk televizyonlarına kadar tırmanabildiğine iğrenerek tanıklık edip, böyle insanların oralara, nasıl, kimler tarafından getirildiğini, onları o ekrana kimlerin, ne amaçla çıkardığını merak edersiniz.
Bu düzeydeki bir ırkçılığı tiksinerek izlerken, milyonlarca insanın da büyük bir özveriyle yardıma koştuğunu, yardıma muhtaç olanın kimliğini sorgulamayı bir an bile düşünmediğini görüp insana ve insanlığa olan güveninizi tazelersiniz.
Kırılma ânında insanın iki yüzü ortaya çıktığında, “çirkin yüzün” bütün sevimsizliğiyle ufaldığını,“aydınlık yüzün” ise bütün kalabalıklığıyla parladığını görmek bu acının içinde bile sevindirir sizi.
Bu yardımlaşmayı, acıyı paylaşmayı en iyi BDP Başkanı Demirtaş’ın sözlerinin tarif ettiğini düşünüyorum.
“Bu yardımlarda kardeşlik kokusu var.”
Gerçekten de bir kardeşlik kokusu var bu yardımlaşmada.
Olağanüstü bir acının kırdığı kabuklarımızın altından çıkan bu “kardeşçe” yüz, varlığını “acısız”günlerde de sürdürebildiğinde, “insan” olmak, birbirimize “insanca” davranmak için acılara ihtiyaç duymadığımızda zaten dertlerimizin büyük bir kısmını geride bırakacağız.