Laikliğin en büyük sigortası televizyon
TRT’nin çok güzel bir hizmeti var: TRT arşiv…
İnternetten girip incelemenizi tavsiye ederim.
Yıllarca bize neler izlettiklerini görmek ve bugünkü tuhaf Türkiye’ye nasıl gelindiğini anlamak için büyük bir fırsat bu hizmet.
İnceleyince fark ediyorsunuz ki içinde hiçbir dini motif olmayan dizi, yarışma ve belgesel programları izlettirilmiş bize yıllar boyunca.
Hatırlarsınız, yayımlanan yabancı yapımlar da bile kilise, vaftiz, dini merasim gibi öğeler bulunurdu ama eski TRT yapımlarında asla…
Bir tane Cuma namazı sahnesi görmüş olan varsa beri gelsin…
Özel kanallar da TRT’nin “palto”sundan çıktıkları için derin Türkiye’nin tezahürü olan o laik yayıncılık politikası olduğu gibi onlara da intikal etti.
Siz de şahit olmuşsunuzdur, normal şartlarda dindarlıkla ilgisi olmayan insanlar bile, zaman zaman özellikle zorda kaldıklarında Allah’a sığınma ihtiyacı hissederler.
Bu insan psikolojisidir ve insanın olduğu hemen hemen her yerde böyle işler…
Ama bizim televizyonlarda bu kadarına dahi yer verilmedi yıllarca…
Ne namaz…Ne oruç…Ne dua…Ne insanlığıyla gönülleri fetheden bir mümin karakter veya sıradan bir dindar…
Hepsi zımnen yasaktı televizyonlar için…
Laiklik, yegane çimentomuz(!) olarak görülüyordu çünkü.
Ve eğitimle birlikte televizyon da laikliğin teminatıydı…
Bu nedenle eğitim de televizyon da dindarlığın tersi değerlerle donatılmıştı.
Bu televizyon yayıncılığı ilkeleri bugün bile, hem de eskisinden çok daha yıkıcı bir biçimde sürdürülüyor.
Bakın reyting rekortmeni Ufak Tefek Cinayetler, Çukur, Siyah Beyaz Aşk, Fazilet Hanım ve Kızları dizilerine…
Söylediğimiz ölçülerde bir şey bulabilir misiniz?
Ahlaki bir tutumu esas alan, dinin öğütlediği iyiliği anlatmayı amaçlayan, “Ne kadar doğru düzgün insanlar?” denilebilecek karakterleri olan, kaç televizyon dizisi ya da yarışma sayabilirsiniz?
Ne kadar az değil mi?
Bunun yerine toplumun dini değerlerinin reddettiği unsurlarla dolu bir yığın dizi ya da yarışma yayında şuan.
Bu yayıncılık politikasının ürettiği popüler kültürle Türkiye’de nice kuşaklar büyüdü…
Yetişen kuşakların zihin yapısı, dini yalnızca vicdan işi bilen, başörtüsü ve ibadet gibi hiçbir sembolü sosyal hayatta görmek istemeyen bir laiklik algısıyla dümdüz edildi.
Türkiye’de son günlerin tartışmalarına ve dindarıyla, laikiyle o tartışmalarda sergilenen tutumlara bakıyorum da bu laikleştirme projesi gerçekten işe yaramış.
Yani laik bir yaşam tarzını televizyon yoluyla Müslüman bir topluma dayatarak zihinleri, duyguları, muhakeme kıstaslarını dönüştürme stratejisi başarılı olmuş.
Çünkü neredeyse toplumun büyük kısmı laikleşmiş durumda…
Mesela dindar kimliğiyle yazılar kaleme alan bir kişi, canlı yayında, Nisa suresi 34.ayeti okuduktan sonra, ayeti ekşimiş bir yüzle dinleyen sunucuya ayetle ilgili, “Ben bunu tasvip ediyorum anlamında söylemiyorum” deme ihtiyacı hissediyor. “Yazık” diyorsunuz, insanın içini acıtıyor.
Nurettin Yıldız’a destek vermemiş olmanın ağırlığını savuşturamayacaklarını düşünen bazı yazarlar da sosyal medyada paylaştıkları savunma mesajlarına “tasvip etmiyorum”la başlamak zorunda kaldılar.
Kafalar bu kadar laik ve toplum da insan doğasının kirli ve zalim gerçekliğindenbu denli bihaber olunca ayetler de ya şerh ediliyor ya da sansüre uğruyor maalesef…
Hem de herhangi bir kurulda değil; insanların, inananların kafalarında…
Laikler memnun olmaz diye, ayetlerin modern ahlak normlarına uymayankısımları ya es geçiliyor ya da anlamları eğip bükülüyor…
Eşcinselliğe övgüler düzen, fuhşu göklere çıkaran, sapkın ilişkilerin reklamını yapan köşe yazarlarına din beğendirilmeye çalışılıyor adeta!
Nisa suresi 34. ayetteki gibi karı- koca arasındaki konular, “abartılmış kadın duyarlılığına” veya “asrın idrakine, zamanın ruhuna” uydurulmaya çalışıldığında ortaya böyle içler acısı bir tablo çıkıyor!
Yine son tartışmalar gösteriyor ki Kur’an-ı Kerim’in “Erkeklerin ‘kavvam’lığı, ‘dövme’ ve çok eşlilik” ile ilgili verdiği “ruhsat” lar hakkında; laikliği bir dünya görüşü olarak kabul eden kadınlarla, bazı dindar kadınlar arasında hemen hiçbir fark kalmamış.
Dindar erkekler farklı mı?
Her ne kadar kadın yazarlar peşin olarak “kadınları dövmek için fırsat kollamakla” suçlasalar da pek çok dindar erkek bu “kavramları” yukarıda alıntılandığı gibi “tasvip etmiyorum” tavrıyla karşılıyor.
Çünkü kompleksle hareket ediliyor.
Dinin değerlerinden utanılıyor!
Bu yüzden ayetlerle ilgili “Sandığınız gibi değil, aslında şunu kastediyor” gibi teviller havada uçuşuyor.
Tablo böyleyken laik çevreleri konuşmaya bile gerek yok aslında.
Onlar, insan ve toplum psikolojisini bile kavramaktan aciz, realiteden uzak dar kafalarıyla değerlendiriyorlar olayları. “Suç ve Ceza”nın yalnızca bir roman adı olduğunu düşünüyorlar herhalde.
Ama keyifleri yerinde…
İhsan ve Nurettin Hocaları diledikleri gibi alaşağı edebilmenin, muhalefetteyken bile muktedir olmanın hazzını yaşıyorlar.
Algı operasyonlarıyla sadece kendi laik takipçilerinde değil, dindar kesimler üzerinde bile son derece etkili olabildikleri için, dindarları bile dini değerlerle ilgili kuşkuya düşürebildikleri için, sevinç çığlıkları atıyorlar köşelerinde.
Düzenledikleri konferanslardan tek kuruş almayan Hocaları utanmadan “simsarlıkla” suçluyorlar.
Pornografik resimlerle dolu gazete ve internet sitelerinde bu tarz hocalara inanılmaması için Müslümanlara “Daha fazla Kur’an okumanın faydalarıyla ilgili” öğüt verecek kadar da pervasızlar.
Dedik ya keyifleri yerinde…
Her şey bir Hocaefendinin fotoğrafını arka fona alıp “Bu zamanda!” diye başlayan birkaç cümle kurmalarına bağlı.
Yetkililer derhal göreve koşuyor…
Durum bu kadar vahimken, dindar ablamız bize mesaj atıyor: “Son yazınızda Siyah Beyaz Aşk dizisini yermişsiniz ama sandığınız gibi değil, aslında o derin mi derin bir sanat eseri…”
Ne diyelim?
Hayrını görün o zaman…
Hocalarımızın haysiyetine dil uzatıp itibarlarını iki paralık etmeye çalışan bu insanların pislik akan kanallarını hala izleyebiliyorsak, bu yapılanlar bize az bile…
Laikleştirilmeye devam…