Lekeli
Babam bana bir keresinde, “yazıya bir alıntıyla başlama” demişti, onun yazıyla ilgili tavsiyelerini her zaman dikkatle dinlerim.
Onun için yazıya bir alıntıyla başlamadım.
Bu yüzden, Ahmet Cemal’in harika bir şekilde Türkçeleştirdiği, Can Yayınları’nın da özenle bize sunduğu Zweig’ın “Montaigne” kitabının girişindeki kısa bir bölümü şimdi aktaracağım.
“Ancak savaşların, zorbalığın, tiranca ideolojilerin... bireysel özgürlüğü tehdit ettiği bir zaman dilimini kendi sarsılmış ruhunda yaşamak zorunda kalmış olan kişi, sürü kudurmuşluğunun egemenliğindeki böyle zamanlarda insanın iç dünyasının en derin noktasında yatan ‘ego’suna sadık kalabilmesinin ne büyük bir cesaret, dürüstlük ve kararlılık gerektirdiğini bilebilir. Yalnızca böyle bir insan, dünyada bir kitlesel yıkımın ortasında kendi manevi ve ahlaki bağımsızlığını lekesiz koruyabilmekten daha güç bir şey olamayacağını bilir.”
Bu paragrafta özellikle “kendi manevi ve ahlaki bağımsızlığını lekesiz koruyabilmek” sözü çok ilgimi çekti.
Batı kültürünü derinden etkileyen Montaigne, Avrupa’daki din savaşlarının, karmaşanın ortasında yaşamıştı.
Zweig, İkinci Dünya Savaşı’nın hazırlanışına ve yaşanmasına tanıklık etti.
İkisi de çevrelerindeki bu büyük kaosun kirliliğinden kurtulabilmek için “kendi içlerine” çekilip, orada “insanın gerçeğini” bulmaya uğraştılar.
Savaşın insanlara çektirdiği acılara daha fazla tahammül edemediği için intihar eden Zweig’ın ölümünden önce yazdığı son büyük deneme olan Montaigne’in girişine yazdığı bu cümleler, bir insanın korumakta en çok zorlandığı değerin “manevi ve ahlaki bağımsızlığı” olduğunu söylemesi, sanırım bizim gibi sürekli olarak bir karmaşanın ortasında yaşayan insanlara da neye dikkat etmemiz gerektiğini anlatıyor.