Ahmet ALTAN

Ahmet ALTAN

Nar çiçekleri

Nar çiçekleri

Bugün salı...

Bugün beni ilk defa yemeğe çıkardılar...

Biliyorum, “bugün pazar, bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar”ın melodik çarpıcılığı yok, “bugün salı” diye başladığınızda ama duygu aynı duygu.

Dört aydan beri ilk kez bir öğlen vakti, bahçesinde havuzu, havuzunda fıskiyesi olan, yeşil yüksek ağaçların gölgelediği bir bahçede yemek yedim.

Harika bir sebze çorbası içtim.

Arada bir öten sıcaktan yorulmuş kuşların sesini dinledim.

Sonra Sultanahmet’in korkunç kalabalığına çıktım.

Şortlu turistler, çarşaflı kadınlar, işportacılar, trafik polisleri, sıra sıra dizilmiş kocaman otobüsler, bir dirseklerini pencereden dışarı çıkarmış bezgin şoförler, Ayasofya, Sultanahmet...

Arkeoloji Müzesi’nin önünden Sirkeci’ye indim.

Çok uzun yıllar önce o müzenin bahçesinde, antik sütunların mermer kalıntıları üzerinde çay içerdik.

Mermerlerin kenarına zamanın kazıdığı derin çizgileri ve siyaha çalan koyu gölgeliği hatırlıyorum.

Sirkeci’nin arka sokaklarında şık lokantalar, zarif oteller açılmış.

Bir vakitler orada bir otelde kalmıştım.

Yandaki matbaanın rotatif gürültüleri dolardı odaya.

Bir kız seviyordum o zamanlar.

Ayrılmak zorunda olduğumu bilerek seviyordum.

Öyle sevmek zordur.

Hayal kuramadan, hayal kuramayacağını, bir hayale bile yer olmadığını bilerek sevmek bunaltır insanı.

Aşk, hayalsiz olmaz.

Gene de severdim.

Hayal kurmadan, o çaresizlikte sığınacak bir hayal bile bulamadan severdim.

Ayrılacağımız günü bekleyerek severdim.

Dar yollardan Eminönü’ne döndüm.

Oralarda yürümüşlüğüm çoktur.

Bazı geceler Cağaloğlu’ndaki gazeteden çıktığımda ilk romanımın cümlelerini düşünerek geçerdim ıssızlaşmış caddelerden.

Yenicami’nin önünde güvercinler sabahı beklerdi.

Bazen de Mehmet Güreli’yle yürürdük.

Gelecekten konuşurduk.

Yapmak istediklerimizden, ümitlerimizden, öfkelerimizden.

Konuştuklarımızdan çoğunu yaptık.

Bazen de diğer arkadaşlarımızla Galata Köprüsü’nün altındaki balıkçıya giderdik.

Çok gülerdik.

Çoban salatası harika olurdu.

Paramız yetmediğinde veresiyeye yazarlardı.

Küçük tekneler, şehir hatları vapurları geçerdi, denizin üstünde mazot yaldızları parlardı, demir ve yosun kokardı köprü.

Köprüden Karaköy’e vardım.

Kerhanenin alt sokağından geçtim.

Ben size söyleyeyim ama siz kimseye söylemeyin, oraya ilk ortaokuldayken gitmiştim.

İçeri girerken birer sigara yakmıştık.

Sigaraların bizi büyük adamlar gibi göstereceğine inanıyorduk.

Çok heyecanlıydık.

İçerisini hâlâ hatırlarım ama size anlatmayacağım.

Kılıç Ali Paşa Camii’nin önünde trafik tıkandı.

O camide hatıralarım çok fazladır.

Şadırvanının sesini bilirim, sabaha karşı suyun akışını, ezanın okunuşunu, ilk ezanla gelen uykulu müminleri, kadirbilir imamını, pembe buğulu gri bir aydınlığın içinde yükselen minarelerini.

Dolmabahçe’ye vardım.

Bir yaz sabahı orada genç bir kadın bana İngilizce şarkılar söylemişti.

Deniz usul usul vuruyordu rıhtıma.

Ben ona padişahları anlatmıştım.

Ve, padişahların komik hikayelerini.

Ne kadar çok gülmüştü.

Beşiktaş’tan Yıldız’a saptım.

Pazar geceleri Beşiktaş İskelesi’nden vapura biner yatılı okula giderdim.

Benim gibi erkenden okula giden bir iki öğrenci, birliğine dönen bir iki izinli er olurdu.

Vapurun çaycısı ıslak tepsisiyle ılık çaylar dolaştırırdı.

Kimse konuşmazdı.

Hafta sonu yaşadıklarını düşünürdü ve sıkıcı geçecek haftanın ağırlığını hissederdi.

Kömür dumanı ve rutubet kokardı vapur.

Işıklar alabildiğine sönük olurdu.

Yıldız’ı çıkıp köprüye saptım.

Epeyce bir zaman durduk orada öyle.

Başımı sola çevirip baktım.

Minicik bir nar ağacı.

Üstünde uçuk kırmızı çiçekleri.

Yaz daha yeni başlarken, ağaç kışın vereceği meyvenin hazırlığını yapıyordu.

Ümit doluydu çiçekler, ben de ümitlendim, bütün bir hayat, bütün yaşanılanlar, sonunda, çiçeklere baktığında meyveleri görmeyi ve ümitlenmeyi öğretiyordu.

“Meyveler, çiçeklerin vaatlerini aştılar” diyen, bıçağını da kalemi gibi haşin kullanan katil Fransız’ı hatırladım.

Ve, dedim ki kendime, “ümidini hiç kesme.”

“Sen çiçekleri görüyorsun ya, meyveleri sen görmesen de biri mutlaka görür.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Ahmet ALTAN Arşivi

Zor

11 Kasım 2012 Pazar 18:14