Nazım’a tükürten, Sertel’i çökerten CHP iktidarı değil miydi?
Yer Ankara, Sheraton Oteli... Önceki gün, bu otelde Türkiye Gazeteciler Federasyonu tarafından, “Anadolu Basını Liderlerle Buluşuyor” konulu bir toplantı düzenlenmiş...
Bu toplantının “konuşmacı”larından biri de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu imiş...
Bay Kılıçdaroğlu demiş ki;
“Eğer bir ülkede özgürlük yoksa, medyanın özgürce eleştirme hakkı yoksa; o ülkede demokrasiden söz edemeyiz.
Birbirimizi kandırmayalım!”
Kılıçdaroğlu, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “8 yıl boyunca manşetine karıştığımız bir gazete var mı?” sözlerine cevap olarak da, Fatih Altaylı’nın 21 Nisan 2007’de “TMSF’nin yönetimi”ndeki Sabah’tan ayrılırken kaleme aldığı “veda mektubu”nda yazılanları göstermiş.
NİYE 4 YIL SONRA?
Fatih Altaylı, o mektubunda; “Bazı yazarların yazılarına fikrim ve onayım dışında müdahale edildi” diyor... Kılıçdaroğlu da; “olaydan tam 4 yıl sonra” bu mektubu hatırlatıyor ve soruyor Başbakan’a; “Bırak gazetenin manşetine karışmayı, gazeteye doğrudan müdahale eden sen değil misin?”
Merak ettim;
O günlerde bu olayı gündeme getirmeyen, bugün de “çarpıtarak” anlatan Bay Kılıçdaroğlu, acaba “köşeli jeton” mu kullanıyor ki, o jeton “4 yıl sonra” düştü?..
“ASKER BASKISI”NDAN N’AABER?
Hani, diyorum ki;
Bay Kılıçdaroğlu, “müflis tüccar” gibi, madem “eski defterleri” karıştırmaya başladı, eli değmişken şu “Hürriyet ve Sabah’a asker müdahalesi”ni de bir anlatsaydı.
Bugün, “Erdoğan’ın müdahalesi”yle “manşetler değiştiğini” iddia eden Bay Kılıçdaroğlu, “asker müdahalesi”yle nasıl “yargısız infaz”lar ve “cinayet teşebbüsleri” olduğunu hatırlamıyor mu acaba?..
Hatırlarsınız, Can Ataklı’nın deyimiyle; “Bir tüccar general” gelmişti gazeteye, “Manşeti değiştirin, şu manşeti atın!” diye “talimat” vermişti!..
O “talimat” üzerine, Sabah gazetesi, 25 Nisan 1998’de şu manşeti atmıştı: “Sakık’ın ağzından Apo ve PKK”
Aynı gün, aynı “Çevik el” herhalde Hürriyet’e de uzanmıştı ki, onlar da “aynı başlığı” kullanmışlardı.
“Sakık’tan dehşet itiraflar!”
Daha birkaç gün önce; bu “olmayan itiraf”ların perde arkasını yazmış, Şemdin Sakık’ın; “kafasına tabanca dayandığı” halde; Ankara’da yazılıp, önüne konulan “11 sayfalık düzmece ifade”yi imzalamadığını anlatmıştım.
Ayrıntılara girmiyorum ama, şu kadarını söylemek durumundayım:
“Asker dayatması” üzerine Hürriyet ve Sabah’ta çıkan bu “andıç manşetleri” üzerine M. Ali Birand ve Cengiz Çandar, gazetelerinden kovuldular...
Akit ve Milli Gazete de, “ekonomik linç girişimleri”ne maruz kaldı!..
Akın Birdal ise vuruldu!..
Beklerdim ki;
Fatih Altaylı’nın yazısını “4 yıl sonra” hatırlayıp, “iktidar baskısı”na örnek gösteren Bay Kılıçdaroğlu, bizlere yönelik “andıçlama”ları da hatırlasın!..
Galiba çok bekleriz!..
Öyle ya;
2007’deki bir olayı “4 yıl sonra” ancak hatırlayan Bay Kılıçdaroğlu, 1998’de yaşanan “andıç” olayını da, herhalde “15 yıl sonra” filân hatırlar!..
ONLAR RAHATÇA YAZIYOR!
Bay Kemal Kılıçdaroğlu’na, birinin şu hatırlatmayı yapması gerek:
“Medya” üzerinde madem “iktidar baskısı” vardır, Tayyip Erdoğan, madem ki “gazete”lere, “manşet”lere ve “yazar”lara müdahale etmekte ve onları “susturmakta”dır, o halde sormak lâzım değil mi;
Sık sık gündeme getirdiği; “köpeğini”, pardon “göbeğini kaşıyan adam”lara, “bidon kafalı”lara niye hiç müdahale etmiyor?..
Onlar, “iktidar”a yönelik “hakarete varan eleştiriler” yaptıkları halde, “köşe”lerini doldurup “köşeyi dönmeye” devam ediyorlar!..
Demek oluyor ki;
“Onlara” da müdahale yok, “gazete”lerine de!.. Bırakın müdahale olmasını, “kamu teşekkülleri”nin ilân ve reklâmları en çok o gazetelerde çıkıyor!..
Bu mu müdahale?!?..
HEM ÖZGÜRLÜK, HEM TEHDİT!
Her neyse, geçelim...
Bay Kılıçdaroğlu; “özgür basın” isteyen o konuşmasının devamında, bakın neler demiş;
“Ben hiçbir eleştiriye dava açmadım. Hakarete varan boyutlar oldu, açmadım. ‘Medyanın özgürlüğü var, saygı gösterelim. Biz de göstermezsek kim gösterecek’ dedim.
Ama yalan haber yok.
Şimdi hukukçulardan bir ekip oluşturduk; bütün yalan haberlere dava açacağız.
Burayı dikensiz alan sanmasınlar, efendiliğimizi kendileri için bir baskı aracı olarak kullanmasınlar.
Bizim efendiliğimiz medyaya duyduğumuz saygıdan kaynaklanıyor. Ama medya, AKP medyası ise kusura bakmasın!”
Şu hâle bakın;
Biraz öncesine kadar “basın özgürlüğü”nden dem vuran bir adam, resmen ve alenen “tehdit” savuruyor!..
Bu ne perhiz, bu ne lâhana?!?..
“AKP medyası ise” diyor,
“Kusura bakmayın!”
Ne yapacak acaba?..
Herhalde, “çıramızı yakacak!”
Henüz “muhalefet”te iken bu “tehdit”leri savuran bir genel başkan, herhalde “iktidar” olduğunda, korkarız ki; anamızdan emdiğimiz sütü, burnumuzdan getirir!..
NAZIM’A TÜKÜRTEN KİMDİ?
Hani, “dâvâ bombardımanları” neyse de; “çıramızı yakmakla” kalmayıp, “binamızı da yaktırmaya” kalkarlarsa, vay halimize!..
Çünkü, “yapmadıkları iş” değil!..
“Dün” yapmışlardı,
“Yarın” da yaparlar!..
Meselâ Nazım Hikmet olayı...
Bugün “sıkı bir Nazımcı” kesilen Cumhuriyet, dün “CHP’nin yönlendirmesi” ile “Tükürün kızıl şaire” diyerek kampanyalar yürütüyordu...
Olayı biliyorsunuz...
12 Temmuz 1951 tarihli nüshasında; Nazım Hikmet’in, Moskova’da Sovyet Muharrirler Birliği Umumi Katibi Fadeyev ile kol kola çekilmiş fotoğrafını birinci sayfasının göbeğine basan Cumhuriyet’in haberinde şöyle deniliyordu:
“Sovyetler, Nazım Hikmet’in Moskova’da aldırdıkları boy boy, şekil şekil resimlerini bütün dünya fotoğraf ajanslarına dağıtmaya başlamışlardır. Yukarıda gördüğünüz resim, bunlardan biridir. Bu fotoğrafı sütunlarımıza geçirirken, şair Eşref’in tavsiyesi aklımıza geliyor.
Bu tavsiye, ‘resmini teksir ettirip dağıt ki, millet doya doya yüzüne tükürsün’ mealindedir. Biz de yukarıdaki resmi, Nazım hesabına aynı gaye ile basmış bulunuyoruz.”
Sadece bu kadar mı?.. O dönem “Cumhuriyet’in Paris Muhabiri olan Metin Toker” de, 24 Haziran 1951’de geçtiği haberde Nazım Hikmet için “Rusya’ya kaçan kızıl şair” diyor ve ekliyordu: “Nazım da şakşakçı peyki oldu!”
Metin Toker’in haberi şöyle bitiyordu:
“Kızıl şairin bahsettiği katilleri aramak lazım gelirse, bu bakımdan Nazım Hikmet bizden çok daha müsait pozisyondadır ve onların içinde bulunmaktadır.”
Hemen hatırlatalım;
Cumhuriyet, o günlerde “CHP yoldaşı” bir gazeteydi!.. Nazım Hikmet’e karşı yürüttüğü “itibarsızlaştırma” kampanyasını da “CHP direktifleri” ile yapıyordu!..
Haa, Kılıçdaroğlu derse ki;
“O zamanki Başbakan İsmet İnönü zaten demokrat değildi!.. Onun demokrasi diye bir iddiası yoktu!.. O, Millî Şef’ti, despottu!.. Dolayısıyla yaptıkları yadırganmaz!”
Bunu derse, mes’ele yok!..
TAN’I KİM YAKTIRDI?
Ama, bunu “itiraf” etmeyip de, hâlâ “demokrasi, basın, özgürlük” masalları okumaya devam ederse, “Tan Matbaası olayı”nı hatırlatırız kendisine!..
“Tan Matbaası olayı”nı biliyorsunuz ama ben, hafızalarınızı tazelemek için yine de anlatayım:
İsmet İnönü’ye ve faşizme karşı, “Sovyet yanlısı” bir yayın çizgisi izleyen Zekeriya Sertel’in Tan gazetesi ve matbaası 4 Aralık 1945’te “CHP’nin kışkırttığı milliyetçi gençler” tarafından tahrip edildi.
Olaya müdahale etmeyen polis, “sanık” olarak da, “ölüm”den dönen ve gazetelerini kaybeden karı-koca Sertel’leri tutukladı!
Evet, tutukladı!..
Yani, susturdu, Sertel’leri!..
Bu arada; “sol eğilimli” olarak bilinen “Görüşler” dergisiyle, Yeni Dünya ve La Turquie gazeteleri de, aynı grup tarafından tahrip edildi.
Bu olayın, bir de “öteki yüzü” var!..
O da şu:
Tan gazetesi baskınında CHP’nin rolünü kanıtlayan belgelerin en önemlilerinden biri, dönemin Sıkıyönetim Savcısı Kazım Alöç’ün anlattıklarıdır...
Alöç, anılarının bir yerinde şöyle yazıyor:
“Üniversite gençliğini nümayişe sevkeden 8 kişi, emniyette siyasi polis tarafından nezaret altına alınmıştı.
Sıkıyönetim Komutanlığı adına sanıkları sorguya çekmek için emniyete geldim. Emniyet Müdürü’yle Siyasi Şube Müdürü’nün odasında konuşurken, bir ara kapısı açık olan yardımcılar odasındaki durum gözüme ilişti.
Sanık gençler başta ‘Ali İhsan Göğüş’ olmak üzere ayakta sıralanmışlardı. Onların karşısında pek mültefit görünüşlü birisi de, tabakasını uzatmış, sanık gençlere sigara ikram ediyor, hatırlarını soruyordu. Onun bu hali pek garibime gitmişti. Emniyet Müdürü’ne sordum.
- ‘Beyefendi, kimdir bu zat?’
- ‘Kazım Bey, bu zat Halk Partisi Müfettişi Alaaddin Tiritoğlu’dur’ diye cevap verdi.”
Alöç’ün sözünü ettiği sanıklardan Ali İhsan Göğüş, sonraki yıllarda “CHP’den Bakan” olmuştur, iyi mi?!?..
Lütfen dikkat;
Sertel’lerin çıkardığı Tan gazetesi, “Milli Şef İnönü” ve “CHP’nin faşizan uygulamaları” aleyhinde yayın çizgisi izlemekte, parti içi muhalefete tahammül edemeyen “CHP’nin kışkırttığı gençler” de Tan gazetesi ve matbaasını basıp, binayı tarumar etmektedir!..
Bu “baskın” olayında, Süleyman Demirel ve İlhan Selçuk’un nasıl olup da “aynı karede buluştuğu” konusuna şimdilik girmiyorum.
Orası, “çok derin” bir mevzu!..
DÜN YAPAN, YARIN DA YAPAR!
“Tan olayı”nı hatırlattım ki;
Bay Kılıçdaroğlu’nun “tehdit”lerinin nerelere uzanabileceğini iyice anlayasınız!..
Bugün, “AKP medyası” dediği gazeteleri “dâvâ bombardımanı” ile “tehdit” eden Bay Kılıçdaroğlu; korkarım ki, “iktidar” olduklarında “tank bombardımanı” ile gelir üstümüze!..
Sakın “Yapmaz” demeyin;
Dün yaptılar!..
Yarın da yaparlar!
Kuşkunuz olmasın ki; “dün” yaptıkları, “yarın” da yapacaklarının teminatıdır!..
Tek teselli kaynağım şu ki;
Bu CHP “iktidar” olamaz!..
Olursa, yandık Allah!..
================
Sertel’in elinden plâket!
Ankara’daki Sheraton Oteli’nde düzenlenen toplantıdan ilginç bir anekdot: Aşağıda ayrıntılarını anlattığım toplantının sonunda İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Atilla Sertel tarafından, Bay Kılıçdaroğlu’na bir “plâket” verilmiş!..
Bu “plâket” işi, bana, bir başka Sertel’i, evet Zekeriya Sertel’i hatırlattı...
Ne “yaman bir çelişki”dir ki;
4 Aralık 1945’te “Tan Matbaası baskını”na katılanlardan biri de İlhan Selçuk’tu... Yani, “Zekeriya Sertel’in canına kastedenler”den biri de oydu... İşte bu İlhan Selçuk’a; yıllar sonra “Zekeriya Sertel Ödülü” verildi, iyi mi?!?..
Şimdi de, bir başka Sertel, evet Atilla Sertel, Kılıçdaroğlu’na “plâket” veriyor!..
Söyleyin Allah aşkına; bu işte bir “mazoşizm” kokusu almıyor musunuz?.. Bazıları; kendilerine “şiddet” uygulanmasından “hoşlanıyor”, bundan “zevk” alıyor olmalı ki; “işkenceci”ler ya “ödül”lendiriliyor ya da “plâket”lendiriliyor!..
Kılıçdaroğlu, “plaketi peşin aldığına” göre, durum anlaşıldı: “Yakacak!”
İnönü “Tan Matbaası”nı yaktırmıştı, Kılıçdaroğlu da “AKP medyası”nı!.. “Sertel’in elinden ödül” aldı ya; yakar mı, yakar!..