Önce bir şey...
İnsanların bazı endişeleri olmalı bence.
Saygınlıklarını yitirme endişeleri olmalı mesela, güvenilirliklerini yitirme endişeleri olmalı, tutarlıksızlık endişeleri olmalı, mesleğini kötü yapma endişeleri olmalı.
Biz endişesi bol bir ülkeyiz ama sanırım yanlış konularda endişeleniyoruz.
Saygınlık, güvenilirlik, tutarlılık konularında pek endişelenene rastlamıyoruz.
Askerimizin, yargımızın, medyamızın endişeleri var ama bu endişeler hep “vatanla” ilgili.
Vatan “bölünecek” diye endişe ediyorlar, vatana “irtica gelecek” diye endişe ediyorlar.
Vatan yerine kendi işlerini iyi yapmakla ilgili endişeleri olsa “vatan” konusunda bir endişe kalmayacak halbuki.
Askeri asker, hukukçusu hukukçu, gazetecisi gazeteci olan toplumların “vatanlarına” pek bir şey olmuyor çünkü.
Herkes mesleğinin gereğini yaptığı zaman toplum da vatan da sağlamlaşıyor.
Vatanı “sağlam” tutacak direklerin en önemlisi hukuk.
Ve, o da bizde yok.
Çünkü sadece asker değil hukuk da “cuntalaşıyor” bu ülkede.
Hukuk, en çok hukukçular tarafından çiğneniyor.
Bugün manşette Danıştay’la ilgili bir haber okuyacaksınız.
Biliyorsunuz, Danıştay, İstanbul Barosu’nun başvurusu üzerine “eğitimde eşitlik, eşitliğe aykırıdır” kararı vererek, meslek liselerinden çıkanların üniversitelere girişini zorlaştırmıştı.
Bu karar eşitliğe uygun mu değil mi ya da İstanbul Barosu’nun bu konuyla ilgisi ne diye sormayacağım.
Daha bu “soruları” sorabilecek düzeyde bile değiliz.
İstanbul Barosu’nun şikâyetini “değerlendiren” Danıştay, Diyarbakır Barosu’nun “anadil” konudaki bir şikâyetine ne cevap vermiş biliyor musunuz?
“Barolar bu konuda dava açamaz” demiş.
Diyarbakır Barosu “anadil” konusunda başvurursa “Baroların şikâyet etme yetkisi” yok ama İstanbul Barosu “okullarla” ilgili bir şikâyette bulunursa “Baroların şikâyet etme yetkisi” var.
Siz buna hukuk mu diyorsunuz?
Danıştay aynı Danıştay ama birbirine benzer iki konuda verdiği iki karar birbirinin tamamen zıddı.
Eğer Danıştay’da çalışan hukukçuların eğilimlerine paralel eğilimlere sahip bir baroysanız her konuda şikâyet edip dava açma hakkınız var ama Danıştay’ın siyasi eğilimlerine uygun düşmeyen bir şikâyeti davalaştırmak isteyen bir baroysanız “şikâyet etme” hakkınız bulunmuyor.
Hukuk, bütünlüklü bir sistemdir.
Adam öldürmek herkes için suçtur, “yargıcın” arkadaşı, ülküdaşı, yoldaşı olanlar adam öldürdüğünde bu eylem “suç olmaktan” çıkmaz.
Danıştay’la aynı görüşleri paylaşan İstanbul Barosu’nun dava açma yetkisi varsa Diyarbakır Barosu’nun da vardır.
Diyarbakır Barosu’nun yoksa, İstanbul Barosu’nun da yoktur.
Danıştay, kararlarını hukuka ve yasalara göre değil de “kendi siyasi eğilimlerine” göre vermeye başladığında ortada hukuk da kalmaz, saygınlık da kalmaz, güvenilirlik de kalmaz, tutarlılık da kalmaz.
Adalete güvenemezsiniz.
Biz daha çok yakın tarihlerde “askerî darbeleri” öven Danıştay üyelerine de rastladık.
Darbeleri öven insanların adalet mekanizması içinde yükselebildiği bir sisteme “hukuk sistemi” denmez.
Danıştay’ın yasalara göre değil “siyasi eğilimlere” göre karar verdiği bir yapıya da “hukuk sistemi” denmez.
Bunlar, hukukun, adaletin, yargının olmadığını gösterir.
Hukuk yoksa, adalet yoksa, yargı yoksa, o toplumda güven, huzur ve bütünlük de yoktur.
Ve, öyle toplumlar kaosa sürüklenir.
Güvenebileceğimiz hiçbir ölçü kalmaz.
Bir toplumu mahveden de “ölçülerin” ortadan kaybolmasıdır zaten.
Hukukçular hukuku yok ettiğinde vatanı “bölmek” için bir başkasına ihtiyaç yoktur, adalet sistemi, ülkeyi “benden olanlar ve benden olmayanlar” diye çoktan bölmüştür.
Bu topluma en büyük kötülüğü mesleğine ihanet edenler yapıyor.
“Vatan” lafının, “hain” lafının bu kadar öne çıkmasının nedeni de bu korkunç “mesleki ihanetleri” gözlerden saklamak için bence.
Asker asker olsa, hukukçu hukukçu olsa, gazeteci gazeteci olsa, vatan için endişelenmez kimse.
Vatan için endişelenenler, vatanlarını gerçekten seviyorlarsa önce hukuk için endişelenmeleri gerekiyor.
Hukuk için endişelendiklerinde, vatan için endişelenmelerine de gerek kalmayacak çünkü.