Ramazan: Tüketim ve eğlence ayı!
Dinlediğim radyonun bir alışveriş merkeziyle ile ilgili anonsu şöyle son buluyor: “Konserler, performans gösterileri ve skeçler… BuRamazanda herkese uygun eğlence yalnız bizde…”
Radyo anonsu bir gerçeğe dayanıyor. İstatistikler geçen yıl Ramazanda AVM’lerin müşteri sayısında büyük artış yaşandığını gösteriyor. Bu durum mübarek Ramazan’ı, markaların daha büyük cirolar yaptığı bulunmaz bir aya (fırsata) dönüştürüyor…
Bu nedenle AVM’ler mübarek ayın feyzinden istifade edebilmek için (!) “30 Gün 30 Gece Dolu Dolu Eğlence… Ramazanda Eğlenceniz bol olsun… Ramazan Ayında Her Gün Eğlence” isimli kampanyalar düzenleyerek birbirleriyle yarışıyorlar.
****
Süpermarketler de AVM’lerin izinden giderek bu ayda konsepti Ramazan olarak belirliyorlar. Ramazan ayında, içinde kartondan mahyaların bulunduğu, pidelerin her yerde sergilendiği marketler görmeniz mümkün. Dağ gibi yığılmış güllaçlar, fesli reyon görevlileri ve hayatının son iftar yemeğine hazırlanıyormuşçasına market arabalarından vagon yapmış bir izdiham... Düşünün, sadece arife günü yapılan harcamalar bile 2 milyar lirayı buluyor.
****
Ramazan’ın ruhundan koparılarak bir modern toplum eğlencesine dönüştürülmesi yalnızca AVM’lerin marifeti değil!
Siyaset, yani yerel yönetimler, Ramazan’ın eğlenceleştirilmesinde büyük pay sahibiler.
Yıllar önce masum iftar çadırlarıyla başlayan Ramazan etkinlikleri giderek Ramazan’a özel eğlencelere dönüştü. Her ne kadar yerel yönetimler buna eğlence demekten kaçınsa da isimler niteliği değiştirmiyor…
Geçen yıl yalnızca İstanbul’da bulunan belediyelerin Ramazan etkinliği harcamaları 300 milyon lirayı bulmuş (eski parayla üç yüz trilyon). Bu yıl bir değişiklik olduğuna dair herhangi bir emare görünmüyor. Hemen hemen her belediyenin Ramazan etkinlikleri için dizayn ettiği bir (eğlence) mekanı mevcut.
****
Bu tablo içinde büyüyen ve bugün 25 yaş aralığında olan birinin, eğlenceyi Ramazan’ın ayrılmaz bir parçası olarak görmesi gayet normal. Çünkü bu yaş aralığında biri hayata gözlerini açtığından beri, şehrin en müstesna yerlerinde, iftar sonrasında başlayıp sahura kadar süren ve otuz gün boyunca aralıksız devam eden eğlencelere tanık olmuştur.
Bu tip mekanlar, yakınlarda tilavet edilen Kur’an-ı Kerim’e rağmen dur durak bilmeyen kadınlı erkekli sohbetlere, hediyelik eşya reyonlarına, alakasız yöresel ürün pazarlarına, sahne şovlarına, tiyatro gösterilerine, (Israrla dinleti dense de) konserlere ev sahipliği yaparlar.
****
Bizler birer tüketiciyiz.
Acıkmadığımız halde doymak, susamadığımız halde içmek, ihtiyacımız olmadığı halde satın almaya şartlandırıldık...
Bana kalırsa kapitalizmin en büyük başarısı hepimizi hırs küpü birer müşteriye dönüştürmesi…
Kapitalizmin bir başka büyük başarısı ise dini ya da dünyevi her şeyi satılabilir, tüketilebilir bir ticari meta haline getirmesi.
Ramazan’a özel tüketimin meydana getirdiği muazzam ekonomi bunun apaçık bir göstergesi.
Kabul etmek gerekir ki bugünkü Ramazan kültürümüz, ibadetten daha çok, tüketim ve eğlencenin şekillendirdiği bir panayıra benziyor.
Gıybet, dedikodu, yalan, iftira ve şehvetin ne Ramazan için düzenlenmiş alanlardan ne de ekranlarımızdan eksik olmaması ve eğlencenin tam gaz sürmesi bu durumu ispat ediyor.
Oysa Ramazan, taşkın isteklere gem vurmak; kalbi, dili, gözü ıslah etmek için var.
Fokurdayan bedeni açlıkla, kanaatle, sabırla güçten düşürüp, ruhu ulvi bir kuvvetle beslemek için…
****
Ramazan’ın asıl hedefinin bu olduğunu anlatmak amacıyla Gazzali, “Orucun hakikati arzuları terk etmektir” diyor mesela. Devamında ise “Allah’tan başka her şeyin düşüncesinden temizlenmek, kendini tamamıyla Allah’a teslim ve havale etmek ve zahirde ve batında Allah’tan başka her şeyden oruçlu olmaktır.” diyor.
Bugün içinde bulunduğumuz Ramazan’ın arzu ve isteklerin daha da mahmuzlanmasından, işkembelerin hacim kazanmasından başka bir anlama geldiğini söyleyebilir miyiz?
“Hem Tanrı’ya hem de mammona (para, servet veya dünyevi hırs)hizmet edemezsin” der, İncil.
Var ettiğimiz şenlikli Ramazan kültürü ise hem uhrevi, hem dünyevi yapısıyla bu imkansızı başarmayı istiyor.
Bu yüzden ne Oruç’un hüznü ve neşesiyle dolarak tam anlamıyla uhrevi, ne de konsere “dinleti” diyen çekingenlikten dolayı dünyevi olabiliyor…
Akıllı telefonlarla, sosyal medyayla, çevrimiçi zamanlarla bölünmüş, parçalanmış, yalnızlaştırılmış zihinlerimizin Oruç gibi bir sebatkarlığa, dinginliğe ve muhabbete ne kadar çok ihtiyacı var oysa…
****
Ramazan, modern toplumun hızı kutsayan köleleri olarak bizleri, yavaşlamayadavet ediyor…
Bize sadece dilimizle değil, kalbimizle, gözlerimizle, hislerimizle ve beklentilerimizle susmayı, dünyayı kalben terk etmeyitelkin ediyor…
Yaratanı, yaratılanları, nereden gelip nereye gittiğimizi, alem içindeki var oluşumuzu, ölümü, “din gününü” tefekkür etmemizi istiyor…
“Kendi arzularına sabredenlerin mükafatı hesapsız verilir” ayetini, “Sabır imanın yarısıdır. Oruç da sabrın yarısıdır” ve “Allah’ın düşmanı şeytandır. Onun ordusu da isteklerdir. İşte Oruç onun ordusunu bozar” hadislerini anlamaya çağırıyor.
Bu çağrıyı duyabilmek için kahkahalar yükselen kalabalıklarından sakınmalı, çevrimiçi hayatınızın da fişini çekmelisiniz…
Deneyin, işiteceksiniz…