Resepsiyon
Türkiye’nin nüfusu yetmiş milyon.
Bunun herhalde yarısı yani otuz beş milyonu kadındır.
Elimde bir araştırma yok ama bu kadınların en azından yirmi milyonunun başörtülü olduğunu Anadolu’yu gezen biri tahmin edebilir sanırım.
Bu yirmi milyon kadından hiçbiri milletvekili olamaz.
Bakan olamaz.
Başbakan olamaz.
Cumhurbaşkanı olamaz.
Bu, toplumun yaklaşık üçte birinin sadece “giyimi” nedeniyle yaşadığı ülkede hiçbir şekilde yöneticilik yapamayacağını ortaya koyar.
Sizce, yirmi milyon insanı sadece başlarına bağladıkları bez nedeniyle yönetimden dışlayan bir demokrasi olabilir mi?
Eğer bir ülkede yirmi milyon, yirmi bir milyon ya da on dokuz milyon ya da on sekiz milyon, kaç milyonsa işte, insanı yok saymaya kimin hakkı var?
Şimdi, bu yirmi milyon başı bağlı kadına hizmet etmekle görevli olan devlet, bu kadınlara “ben sizden hoşlanmıyorum, varlığınızdan memnun değilim, sizi asla devlet yönetimine kabul etmem” diyor.
Devlet, kendi halkını inkâr edebilir mi?
Milyonlarca başı bağlı kadın bu ülkenin bir “gerçeği” ise bu gerçek yokmuş gibi davranmak bit tür toplumsal şizofreni yaratmaz mı?
Kafalarda bir “Cumhuriyet kadını” var, onun başı bağlı değil, o zaman başı bağlı olanları görmeyeceğiz, varlıklarını inkâr edeceğiz, yönetimde hiçbir şekilde onlara yer vermeyeceğiz.
Bu devlet, kendi halkının gerçeğine kör.
Kendi “hayalinde” yarattığı bir halkın var olduğuna inanıyor ve herkesi buna inandırmaya çabalıyor.
Kafasından bir “halk” uyduruyor.
Olmayan bir halk.
Olan halkı ise görmemekte kararlı.
Onları “kamusal alan” dediği bir alanın dışında tutarak görünmez kılmaya, kendi kafasındaki hayale benzer bir “kamusal alan” yaratmaya çabalıyor.
Ama o “kamusal alan”, buradaki gerçek kamunun girebildiği bir alan değil.
Zırvalık denen şey budur işte.
Üstelik zırvalığı o noktalara kadar taşıyoruz ki “başörtülüleri” kamusal alana sokmadığımız gibi karısının başı bağlı olanları da o alanın dışında tutmaya çabalıyoruz.
Bu yirmi milyon kadının on beş milyonu evli olsa, on beş milyon koca eder bu.
Yirmi milyon başı bağlı kadın, on beş milyon da kocaları, toplam otuz beş milyon insan.
Türkiye’nin yarısı.
Devlet “bunlar yönetici olmasın” diyor.
Yöneticileri “öbür” otuz beş milyonun arasından seçeceğiz.
Küt diye ortasından yarıyoruz yani halkı.
Eşinin başı bağlı olan Abdullah Gül cumhurbaşkanlığına aday oldu diye bizim ordu “muhtıra” vermişti.
“Hayali bir halka” dayanılarak verilen o muhtırayı, “gerçek” halk da alıp ordunun suratına çarpmıştı seçimlerde.
Generaller çok şaşırmışlardı.
Sanırım “gerçek” halkın varlığından haberdar değillerdi, o insanları görüyorlardı ama onların gerçek olduğunu algılayamıyorlardı.
Bütün bu zırvalıklara rağmen Türkiye değişiyor.
Başörtülü kadınlar yönetime giremese de hiç değilse “kocaları” yönetime girebiliyor artık.
Türkiye için ne büyük gelişme.
Ama hâlâ CHP de, ordu da bu gerçeği tam içine sindirebilmiş değil.
CHP, Çankaya’da verilen resepsiyona gidecek mi gitmeyecek mi belirsiz, generaller ise “alternatif” bir resepsiyon yapıyorlar.
Böylece “kamusal alanda” başı örtülü bir kadının elini sıkmaktan kurtulacaklar.
Halkının yarısını reddeden ordu nasıl “halkın ordusu” olacak, halkının yarısını kamusal alanda görmek istemediğini açıklayan CHP o halktan nasıl oy alacak da iktidara gelecek?
Bütün bunlar bitecek elbette.
Şimdi bu saçma sapan tartışmalarla uğraştığımıza bakmayın, saçmalığın da bir “ömrü” vardır, bizim “cumhuriyetin” saçmalıkları da ömrünü hitama erdiriyor artık.
“Başörtülü kadının elini sıkmam” diyen “modern irtica” ya bir yıl daha devam eder ya da iki yıl.
Generaller de CHP’li yöneticiler de “gerçek halkı” görür ve ona göre davranırlar.
Ya da gurbete gider kendilerine başörtüsüz bir halk ararlar.