Riyad'da bir Türkiyeli
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ile Suudi Arabistan'dayız. Şûra meclisinde ayakta alkışlanan konuşması ardından yüzümüzde oluşan tebessüm eşliğinde birkaç yazar dostumla sokakları arşınlıyoruz. Starbucks Coffee'lerden birinde kahve molası veriyoruz ancak Türkiye delegasyonundan olduğumuzu anlayınca bizden para almıyor ve ekliyorlar: "Davos duruşunuz için kahve ikramı az kalır."
Benzer ilgi ve muhabbet öykülerini paylaştıkça kendimi Riyad'da bir Türkiyeli olarak gururlu hissettim. Sonuçta Başbakan Erdoğan'ın kredisiyle yabancı bir ülkede kahve içebiliyorum. Türk elçiliğinde görüştüğüm işadamlarımız, ivmelenen ticaretin, Davos sonrası oluşan Türkiye popülaritesi ile başka vadiye taşınacağı umudunu paylaştı.
Görünen o ki küresel fırtınanın dünya ezberlerini salladığı bu ortamda, belki de "tam zamanında" gelen bu popülarite, bölge ekonomileri içinde bizlere yeni fırsat pencereleri açabilecek.
Buraya kadar her şey iyi ancak kafama takılan ve sorguladığım alanlar var.
Gerek Suudi işadamları ve gerek bizim patronlar nezdinde ortak iş yapma konusundaki ivmelenen eğilim, "eğer yeni oluşan ev ödevleri gereği gibi kotarılmaz ise" bir süre sonra eriyecek. Ne mi demek istiyorum? Suudi Arabistan pazarının sunduğu 600 milyar dolarlık fırsat pastasından daha fazla pay almak için anlayışımızı değiştirmemiz gerekecek.
Davos'taki bu "paradigma değişimi", beraberinde bir dizi paralel kırılma doğurmadıkça, bir sonraki kahve çok tuzluya gelebilir. Sonuçta dünya ölçeğinde arenada büyük işler yapmış müteahhitlerimiz var. Misal Nurol Holding'in FNSS Savunma Sistemleri, Al Kharj şehrinde M113 zırhlı araç modernize ediyor. Cumhurbaşkanı da gezide her fırsatta "diğer katma değeri yüksek alanlarda var olmamız için cesaretlendirici konuşmalar" yaptı.
Türkiye Davos'ta dik durabildiğini kanıtlamışsa bu duruşun gölgesinde yan gelip serpilmek yerine aynı "dik duruşu" uluslararası vahşi arenada iş iddialarımızla da desteklememiz gerekiyor.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, mevcut işlerdeki sorunları sıralarken haklı olarak S. Arabistan'daki iş kültürünün getirdiği kısıtlara işaret ediyor. Doğrudur ama aynı kısıtların bu ülkede at koşturan Batılı şirketler için de geçerli olduğunu unutmayalım. Sonuçta 4 yılda 5 milyar dolara çıkabilen ortak iş hacmimiz, 2011'e kadar 220 milyar dolarlık pasta üstünde "çilek" mertebesinde görünüyor.
Daha büyük ölçek için işadamlarımızın da vites büyütmesi şart.
Viteslerden ilki; ölçeğe dairdir.
Suudi Arabistan'da ya müteahhit veya berber görüyorsunuz.
Dev müteahhitler tamam da bunun başka bir var oluş biçimi yok mudur?
Kaldı ki Kral Abdullah'ın kendi adına kurduğu yeni şehir de dahil olmak üzere ülkedeki inşaat şirketlerine baktığımızda bizim devlerin boyu kısalıveriyor.
Bizi seviyorlar diye ellerindeki ileri düzeyde projeyi gözü kapalı teslim edeceklerini mi sanıyorsunuz?
Anlatmak istediğim; bizdeki işadamlarının güçlerini, enerjisini birleştirmesi şart.
Eksik kurumsallaşma, düşük standartlar, kazık atma, tedarikçisini dolandırma gibi etik dışı adımların bu arenada işi yok. Zira oyun büyük ve "kurnazlara yer yok" ancak akıllılara fırsat var.
Riyad'da bir Türk olarak edindiğim izlenim, yalnızca S. Arabistan değil, bütün Körfez ülkelerinde yeniden "itibara dayalı" yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuzdur. 80 yıl öncesine dek buradaki tüccarların kasasında Türk Lirası bulunurdu. Zira paramızın sinyorajı, bir imparatorluk mirasına dayanıyordu. Şimdi bu itibarı; dünyanın 16'ncı, Avrupa'nın 6'ncı ve bölgenin 1'inci ekonomisi olarak yeniden hak ettik.
Zaten bu hakkımız da Davos Duruşu sonrasında bize teslim ediliyor. Kimsesizlerin kimi, sessizlerin sesi Türkiye algısı, vizyoner işadamlarımızın elinde yeni zenginlik alanları oluşturacak. Riyad'da ikram edilen kahvenin tadını, standardın üstüne çıkaran ağız tadım işte bu.