Sabır
Bülent Arınç’la hiç tanışmadım, karşılaşmadım ama onu severim, dürüst ve cesur bir insan olduğunu düşünüyorum, en azından bende bıraktığı izlenim bu, bir kavgaya gidilecek olsa onunla giderim, ona güvenirim.
AKP’li diğer yöneticilerle birlikte çok sert çatışmalardan cesaretle, eğilip bükülmeden geçti.
Şimdi partisiyle birlikte ülkenin gerçek iktidarı oldular.
Artık onların iktidarını tehdit edecek bir güç yok.
Onları “sabrımız tükeniyor” diye korkutmaya kalkacak kimse kalmadı.
Sıra şimdi, ne yazık ki Arınç gibi insanların, kendilerine benzemeyenleri “sabırları zorluyorsunuz”diye korkutmaya başladığı günlere geldi.
Askerî vesayetin en azından görünürde bitmesinden sonra Türkiye gerçek bir demokrasinin “inşası”için çaba gösterilmesi gereken bir döneme girdi.
Bu, zor bir dönem.
Demokrasi mücadelesi, “kendini korumak için” verdiğin mücadeleden farklı çünkü, demokrasi mücadelesi kendinle birlikte sana benzemeyenleri de korumak için verilecek bir mücadele.
Böyle bir kavgada cesaret ve dürüstlük bütün insanların eşit olduğuna inanmak da gerekiyor, kendi kurtuluşunun diğerlerinin kurtuluşuna bağlı olduğunu anlamak da gerekiyor, sadece “düşmanlarla”değil gerçeklerle de yüzleşecek bir cesaret de gerekiyor.
Gönül bu kavgada Arınç gibi siyasetçilerin de demokrasi cephesinde yer almasını istiyor elbette ama ah bu iktidarın gözü kör olsun, insanlar iktidara sahip olup da kendilerini bir kere “kudretli” hissetmeye başladı mı “ölçüleri ve kuralları” da kendisinin koyması gerektiğine inanıyor işte.
“En muhteşem ölçü benim” diyor, “herkes bana benzerse toplum kurtulur”.
Böylece dönüyoruz 1923’e, herkesi kendisine benzetmeye çalışan, köylülere zorla Batı müziği dinleten, balo yaparak, dans ederek Batılı olunacağına ve Türkiye’yi Batılı bir hayat tarzının kurtaracağına samimiyetle inanan Mustafa Kemal’in dindar versiyonu çıkıyor karşımıza