Saldırı
Sabahın o saatinde çalan telefonun ekranında Ergin Cinmenin adını görünce, güne pek de hayırlı bir haberle başlamayacağımızı anladım.
Korktuğum gibi de oldu.
Ergin, geceleyin Kanal 7deki sohbet programından sonra Alperenlerin İstanbul il başkanının televizyonu basıp, programa katılan Rasim Ozan Kütahyalıya aniden saldırarak hastanelik ettiğini söyledi.
Öfkeden ve üzüntüden kasıldığımı söylemeliyim.
İstanbulun göbeğinde televizyon basıp adam dövmeye cüret edebiliyorlardı.
Üstelik de esrarengiz bir kazaya kurban giden ve ölmeden önce aralarında benim de bulunduğum bir grup yazarla buluşmak istediğini söyleyen BBP Başkanı Muhsin Yazıcıoğlunun partisinin yan örgütünden biri yapıyordu bunu.
Alperenler adının Hrant Dink cinayetinin arka planında nasıl belirmiş olduğunu hatırladım.
Bir de Şamil Tayyarın Neşe Düzelle yaptığı sohbette söyledikleri aklıma geldi.
Yazıcıoğlu, Dink suikastında Alperenlerin adının dolaşmasından üzüldüğünü belirterek Tayyara, bizim tarlayı daha önceden sürmüşler demişti.
Anlaşılan, saldırgan daha önceden sürülmüş tarlanın mahsulüydü.
Hiç beklemediği bir yerde, hiç beklemediği bir anda saldırıya uğrayan Rasimin sağlık durumunu araştırdım hemen.
Yüzünde bir iki bere vardı ama iyiydi.
Sonra saldırganın televizyon binasına nasıl elini kolunu sallayarak girip, daha sonra aynı rahatlıkla çıkıp gittiğini merak ettim.
Rasimin katıldığı programın bir başka konuğu olan bir BBPlinin şoförü olduğunu söyleyerek içeri girmiş, saldırmış ve hiç kimse tarafından durdurulmadan binadan ayrılmıştı.
Geçmiş olsun demek için beni arayan Kanal 7nin genel müdürü, saldırganı durdurmayan güvenlikçilerin işlerine son verildiğini söyledi.
BBP yöneticileri ise anlaşılmaz laflar etmişlerdi.
Ortam duygusal, bizi de anlayın demişlerdi.
Tam neyi anlayacağımızı kestiremedim doğrusu.
Ortam nasıl duygusaldı?
Ortam duygusal olunca BBPli gençler etrafa saldırıp insanları dövüp öldürecekler miydi?
Duygusallık onlara saldırganlık özgürlüğü mü veriyordu?
Ortamı duygusal kılan liderlerinin ölümü ise, Yazıcıoğlunun demokrat aydınlarla görüşmek istemesinin onlarda daha barışçı duygular uyandırması gerekmiyordu?
Yoksa, çoktandır kulağımıza geldiği gibi ortalığı karıştırmak için Alperenler kullanılacaktı da, bunu engellemeye çalışan Yazıcıoğlunun ölmesi, kışkırtıcılara yolu mu açmıştı?
Bir siyasi parti olan BBP, bir saldırıyı nasıl bu kadar hafife alıyordu?
Yazarlara yapılan saldırıları çok hoşgörülü karşılayan BBPli yöneticilerin şemsiyesi altında Alperenler daha neler yapacaktı, hangi duygusal saldırı planları daha vardı?
Kaç yazarı daha hedef seçeceklerdi duygularını belirtmek için?
Tabii en önemlisi, İstanbulun göbeğinde televizyon basıp, yazarlara saldırmanın karşısında devlet ne yapacaktı?
Onlar da mı hoşgörüyle karşılayacaktı bunu?
Irakta olan İçişleri Bakanına haber gönderdim.
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrahla da konuştum.
Cerrah, böyle saldırılara izin vermeyeceklerini, saldırganı hemen yakalayıp adliyeye sevk edeceklerini söyledi.
Ama ben bu yazıyı yazarken henüz saldırganın yakalandığına dair bir haber ulaşmamıştı bize.
Kütahyalıya saldıran adam birçok suçu birden işledi.
Eğer devlet bu suçlara gereken tepkiyi göstermezse bunun arkası gelir.
Yazarları döverler de, öldürürler de...
Hrant Dinki unutmayın, katillerin gençler arasından seçildiğini, Alperenler teşkilatına gidip geldiklerini de unutmayın.
Bu işler böyle başlar.
Önce televizyon basarlar.
Döverler.
Ses çıkmazsa öldürürler.
Peki, biz ne yapacağız?
Devlet işleri ağırdan alırsa bu ülkenin gazetecileri, yazarları canlarını nasıl koruyacak?
Yakın dövüş kurslarına mı gidelim?
Gazetecilere silah mı dağıtalım?
Gündüzleri gazete çıkartıp, akşamları çatışmalara mı girelim?
Ne yapalım?
Devlet bize ne öneriyor?
Bakın, bu işler böyle başlar.
Başbakanı, İçişleri Bakanını, Emniyet Teşkilatını uyarıyorum, bu saldırgan gereken cezayı almazsa, bundan sonra bu ülkede gazetecilerin, yazarların başına geleceklerden, yaşanacak facialardan siz sorumlu olursunuz.
Bu saldırı karşısında gereken tepkiyi göstermeyip, ortam duygusal diye geçiştirmeye kalkışan BBP de bu işlerin sorumlularından biri haline gelir.
Siyasi Partiler Yasasına göre de suç işlemiş olur.
Devletin yöneticileri ve İstanbul Emniyet Teşkilatı, bir adamın televizyon kanalı basıp yazarlara saldırma cüretini nereden aldığını bir iyi tartsın.
Buna cüret edebiliyorsa, bunun bedelini ödemeyeceğini düşünüyor demektir, devletin onu caydıracak bir gücü ve görüntüsü yok demektir.
Yok mu gerçekten?
Olup olmadığını hep birlikte göreceğiz.
Umarım göreceğimiz tablo, kan lekeleriyle kirlenmemiş bir tablo olur.