Seyretmeyin, okuyun!.. Birileri canınıza okumadan!
Hemen her zaman söylüyoruz, bir defa daha söyleyelim: Maalesef “okuyan” bir toplum değil, “seyreden” bir toplumuz... Hep seyrediyoruz... “Karşı şeritteki kaza”yı seyrederken; hem yeni “kaza”lara zemin hazırlıyor, hem de “trafiğin tıkanmasına” yol açıyoruz.
Hep, seyrediyoruz... “Televizyon” seyrediyoruz... “Yeni bir hayat kurmak” yerine, “başkalarının hayatlarını” seyrediyoruz... “Yan komşumuz”un açlık ve sefaletine derman olmak, onun “gözyaşı”nı dindirmek yerine, “televizyon dizileri”ndeki sahneler karşısında “iki gözü iki çeşme” ağlıyoruz...
FİKİR DEĞİL, SLOGAN ÜRETİYORUZ!
“Konuşma” yok, “sohbet” yok, “fikir paylaşımı” yok!.. İşin tuhaf tarafı, “fikir” de yok!.. Çünkü, “fikir” değil, “slogan” üretiyoruz!..
Meramımızı, “3-5 kelimelik sloganlarla” anlatıyoruz... Zaten, konuştuğumuz kelime sayısı da, 300-500’ü geçmiyor... Daha da tuhafı; o kadarcık kelimeyi de yerli yerinde kullanamıyoruz!..
Galiba, “iki dilli hayat”a şiddetle karşı çıkmamızın altında da bu sebep yatıyor!.. Öyle ya; daha doğru-dürüst “Türkçe” konuşamazken, bu “Kürtçe” de neyin nesi?..
“Okumadığımız” için, “dar bir kelime dağarcığımız” var...
Kelime dağarcığı “dar” olunca; elbette dünyamız da daralıyor!..
Gittikçe “sığ”laşıyoruz!..
Bu sığlaşma yüzündendir ki; “olay”lara bakışımız da “sığ”laşıyor!.. “Ufkumuz” daralıyor, gelişmelere “geniş perspektif”ten bakamıyoruz...
Bu, sadece “Türk aydınlar”(!) için değil, “Kürt aydınlar”(!) için de geçerli... Meselâ, Türk aydın, bir “çözüm teklifi”nde mi bulundu, Kürt aydın hemen karşı çıkıp, havalara zıplıyor; “Olmaz!.. Bu teklif, Kürt halkını asimile etmeyi amaçlıyor!”
Kürt aydın bir “öneri” getirdiğinde de, Türk aydın küplere biniyor; “Bu öneri, Türkiye’yi bölünmeye götürür!”
Aydınları, “asimilasyon” ve “bölünme” arasında sıkışmış bir toplum ne yapar?..
Ne yapacak?.. Elbette “seyrediyor!”
Televizyonda “film” veya “dizi” seyreder gibi seyrediyor!.. Hüzünleniyor, heyecanlanıyor, gülüyor veya ağlıyor... Ama gözünü ekrandan ayırıp da, “etrafta ne olup-bittiği” ile hiç ilgilenmiyor!..
“Kitap” da okumuyor, Gazete” de!..
NİYE AFRİKA LİGİNDEYİZ?
Hani, her zaman yakınırız ya;
Özellikle “eğitim” alanında, “Afrika’nın bile gerisinde” olduğumuzdan şikâyet ederiz ya; bu niye böyledir biliyor musunuz?..
Okumadığımızdan!..
Söyleyin Allah aşkına;
“Hiç kitap almayanlar”ın oranının yüzde 41.3 olduğu, “uzun süredir kitap okumayanlar”ın ise yüzde 32 oranına ulaştığı bir Türkiye, kalkıp da “İsveç ligi”nde olacak değil ya!..
“Afrika ligi” neyimize yetmiyor?!?..
“Gazete okurluğu”nda durum, daha da berbat!..
“Her gün gazete okurum” diyenlerin oranı yüzde 34.9’muş!.. Haftada “4-5 gün” gazete okuyanların oranı yüzde 12.1 civarında, iyi mi?!?..
“2-3 gün” gazete okuyanların yüzde 15.7... Haftada “1 gün” okuyanların oranı ise yüzde 13.9!..
Nüfusun 4’te 1’i ise, “hiç gazete okumuyor”muş!..
Peki n’oolur kitap veya gazete okunmazsa!..
Olacağı şu ki;
Bir gün gelir, “canımıza okurlar” da, haberimiz olmaz!..
Oysa, “aynı kategori”de gösterildiğimiz “Afrika”nın ormanlarında “orman kuralları” geçerlidir ve o kurallar, aslında bir “ibret dersi” verir biz insanlara!..
“Afrika atasözü” şöyle açıklar bu kuralı:
“Beyaz ceylan” uyanır Afrika’da!..
Kafasında, “tek bir düşünce” vardır:
En hızlı koşan “aslan”dan, “çok daha hızlı” koşabilmek!..
Yoksa, “aslana yem olacak”tır!..
Her sabah bir “aslan” uyanır Afrika’da!..
Kafasında “tek bir düşünce” vardır:
En hızlı koşan “ceylan”dan, “çok daha hızlı” koşabilmek!..
Yoksa, “açlıktan ölecek”tir!..”
Alınacak ders ortada:
“Aslan” da olsanız, “ceylan” da olsanız, güneş doğuyor olduğunda “koşuyor olmak” zorundasınız!..
Aksi halde;
Ya “açlıktan ölecek” ya da “yem” olacaksınız!..
O halde;
Bugün, “dünden daha hızlı” koşmaya mecbursunuz!..
“Aç kalmamak”,
Ya da; “yem olmamak” için!..
Siz, “miskin miskin oturanlar”dan değil, “en hızlı koşanlar”dan olun!.
TV İZLEMEDE REKORTMENİZ!
“Afrika”dan vazgeçtik, ya Japonya’ya ne dersiniz?.. Hani hep “gıpta” ettiğimiz, “ABD ile yarışan” Japonya’da durum nedir, bilir misiniz?..
Japonya’da, “sadece bir tek gazete”nin satış rakamı, “13-14 milyon” civarında!..
Ve yine, “5.5 milyon nüfus”a sahip Norveç’te, “3.5 milyon gazete satılıyor!”
Ya Türkiye’de?!?..
Acı ama gerçek;
“72 milyon nüfus”a sahip Türkiye’de, “gazete okuru” sayısı, maalesef “4.5-5 milyon” civarında!..
Şu hâle bakın;
Norveç’te 5.5 milyon nüfusa karşılık,
3.5 milyon gazete okuru!..
Türkiye’de 72 milyon nüfusa karşılık,
4.5 milyon gazete okuru!..
Buyurun, birkaç “çarpıcı rakam” daha verelim:
Türkiye’de “dergi” okuma oranı, yüzde 4 civarında... “Kitap” okuma oranı “yüzde 4.5” kadar. Biraz önce de söylediğimiz gibi; “gazete okuyanlar”ın oranı da yüzde 22 civarında!..
Ama “televizyon seyredenler”ın oranı “yüzde 94” civarında!..
Demek oluyor ki;
Kitap, dergi, gazete “okumuyoruz” ama “televizyon seyretmeye” gelince, “dünya rekoru” kırıyoruz!..
ÇOĞUMUZ “MANKEN”LEŞTİ!
Seyrediyoruz da, ne seyrediyoruz?..
“Senaryoları başkaları tarafından yazılmış, başkalarının hayatlarını seyrediyoruz!”
Hatırlarsınız... Bundan birkaç yıl öncesinde “manken”leri ayıplardık.
Öyle ya;
Hepsi de “Atatürkçü” olduğunu söyleyen; “Biz Atatürk’ün çocuklarıyız” diyen mankenler “Atatürk’ün doğum ve ölüm yılı”nı bile bilememişlerdi!..
Peki, şimdi durum ne?..
Birkaç yıl önceki “manken”lerin yerini, maalesef “üniversite öğrencileri” almış durumda.
Herhalde hatırlarsınız;
“Referandum oylaması”ndan 10-15 gün önce, bir televizyon muhabiri; almış eline mikrofonu, “sokak röportajları” yapıyordu.
“Muzipçe” bir soru soruyorlardı sokaktaki vatandaşa;
“Biliyorsunuz, referandumda Hayır kampanyasının başını CHP çekiyor!.. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, referandumdan Evet çıkarsa, ülkenin kaosa sürükleneceğini iddia ediyor... Siz, İsmet İnönü”nün endişelerine katılıyor musunuz?”
Tam “muzipçe” bir soru!..
Ama, ne olmuştu biliyor musunuz;
Çoğunluğu “üniversite öğrencisi” olan gençler, “sorudaki tuzağı” hiç fark etmemişlerdi!.. Hiçbiri de “İsmet İnönü öleli yıllar oldu, ölen adam nasıl kampanya yürütür?” diye sormamıştı... Kimi “İnönü’nün endişeleri”ne katıldığını, kimi de “yine de Evet” diyeceğini açıklamıştı!..
Gerçekten acı bir tabloydu!..
Ama, birkaç hafta önce “daha acı bir tablo”ya şahit olmuştuk... Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni olarak “20 yıl” görev yapan, “hemen her gün yazı” yazan Ertuğrul Özkök, Kanal D’deki “Genç Bakış” programında Abbas Güçlü’nün konuğuydu...
Abbas Güçlü, programında, bir de “sokak röportajları”na yer vermişti... “Büyükçe bir şehrin, büyükçe bir meydanı”nda vatandaşa mikrofon uzatıp, sordurmuştu;
“Ertuğrul Özkök kimdir?”
İnsanların yüzde 80-90’ı ne dese beğenirsiniz;
“Kara Kuvvetleri Komutanı, şimdiki Genelkurmay Başkanı!.. Askeriyeden mi?.. Biz, bu semtte oturmuyoruz, tanımıyorum. Spor yazarı değil mi?.. HSYK Başkanı değil mi?.. Her politikaya uyan bir adam... İşadamı... Bir belediye başkanı falan mı?.. Bakan mı?.. Kara Kuvvetleri Komutanı mıydı?.. Ne iş yapar, Bursaspor Teknik Direktörü mü?.. Hiç ama hiç sevmiyorum!.. Ergenekon davasından içeride olduğunu biliyorum... Tanıyorum, Kültür Bakanı’dır!. Hükümet yanlısı... İşine son verilen gazeteci... Ergenekon’la ilgili değil miydi?..”
Düşünebiliyor musunuz;
“20 yıl” boyunca Hürriyet gibi bir gazeteyi yöneten ve yine “20 yıl boyunca her gün yazı yazan” bir adam, halk tarafından tanınmıyor!..
Hani, Ertuğrul Özkök, “tirajı küçük” bir gazetenin yöneticisi ve yazarı olsa, onun “tanınmaması” yine de anlayışla karşılanabilir... Ama, insaf edin; bu adam “20 yıldır Hürriyet’in başında” ve “20 yıldır yazı” yazıyor!..
Sormak gerekmez mi;
Ertuğrul Özkök mü suçlu, biz mi?
EKRAN BOYU CEHALET!
Şöyle denilebilir:
“Ertuğrul Özkök halkın içinde biri değil ki!.. Halktan kopuk bir yaşam sürüyor. Halkın hassasiyetlerinden uzak!.. O, kendini Beyaz Türk’lerden görüyor... Dolayısıyla, halkın onu tanımaması gayet normal!”
Farzedelim ki, bunu söyleyenler haklıdır... Peki, Ertuğrul Özkök’ü tanımayan bu toplum, meselâ Ertuğrul Gazi’yi tanır mı acaba?..
Ya Fatih Sultan Mehmet’i?!?..
Geçtiğimiz hafta, bir gazetede “Ekran boyu cehalet” başlıklı bir haber vardı... Televizyonlardaki “bilgi yarışmaları”ndan söz ediyordu... Elbette “cılkı çıkan” ve ekran başındakilere “saç-baş yolduran” bilgi yarışmalarından!..
“Soru-cevap”lardan örnekler veriliyordu:
Meselâ; “1453’te gerçekleşen önemli olay nedir” diye bir soru... Cevap veren, bir “üniversite öğrencisi” ve diyor ki; “Neron, Roma’yı yakmıştı galiba!!”
Bir başka yarışmada, bu defa “Boğaziçi Üniversitesi mezunu” bir bayan yarışmacıya, soruluyor: “Kızıldeniz’i Akdeniz’e bağlayan kanal hangisidir?”
Ne cevap verse beğenirsiniz;
“Panama Kanalı!!”
Panama nire, Süveyş nire?..
Ve bu “okumak”(!) nice?..
“Elektriği kim buldu?” veya “Çobanın giydiği kıyafete ne ad verilir?” gibi sorulara; “Iıııı... Aaaaa... Oooo” diye tepki verilmesi izleyenleri hop oturup, hop kaldırdı, zıvanadan çıkardı.
Kelime Oyunu’nda ‘Hamiyet’ kelimesini tamamlamak için 5 harfe ulaşmasına rağmen bir türlü kelimeyi çözemeyen “Humiyet, Mumimiyet” diye kıvranan bayan yarışmacının hâli ise, tam anlamıyla ‘güleriz, ağlanacak halimize’ türündendi.
Bilgisizlik, kültürsüzlük ve cehaleti “Ben bir konuda uzmanım!” mazeretiyle kapatmaya çalışan yarışmacıların, ‘uzmanlık alanı’ da faciadan pay alıyor.
BURHAN KUZU KİMDİR?
Ve, bir başka yarışma!..
Soru şu:
“Fevkalâdenin fevkinde cümlesindeki fevk ne demektir?”
4 tane şık var... Şıklardan birinde “üst” yazıyor, bir başkasında “ışık!”
Üniversiteli yarışmacı, ekranda Bülent Ersoy’u da hiç seyretmemiş olacak ki, cevap veriyor:
“Işık!!!”
Gerçi, bu da normaldir!..
Ekrandaki “Türk Malı” dizisini seyredip, oradaki “Erman Kuzu ve karısı Abiye Kuzu”nun “mikemmel” kültürünü “ivet”leyen bir topluma, kalkar da; “Öğrencilerin yumurtalı saldırısına uğrayan Burhan Kuzu kimdir?” diye sorarsanız, alacağınız cevap, elbette; “Burhan Kuzu, Abiye Kuzu’nun kocasıdır!” olacaktır!..
Hasılı kelâm;
Okumuyoruz... Seyrediyoruz!..
Konuşmuyor, ahkâm kesiyoruz!..
Fikrimiz yok, ama sloganımız çok!..
Siz, siz olun; okuyun!..
“Kitap” okuyun “gazete” okuyun!..
Canınıza okunmadan!..
Selâm ve saygılarımızla...