Yedi milyar
İnsanlar çoğalıyor.
Belki de en iyi biçimde yaptıkları iş bu.
Milyonlarca yıldan beri sürekli çoğalıyoruz.
Üstünde doğduğumuz, uzayın bu en minik gezegenlerinden biri olan Dünya’ya gün gelecek sığmayacağız herhalde.
Gezegenimizin önemsizliğiyle tezat bir şekilde kendimizi önemseyen bir türüz, gezegenimiz bizim için uzayın merkezi, her birimiz de bu gezegenin merkeziyiz.
Şimdi yedi milyar merkez olduk.
Bir “merkez” olduğumuzu, önemimizi kanıtlamak için hep başkalarından farklı olmak isteriz.
Bazılarımız farklılığımızı tek başına yaptığı işlerle ortaya koymaya çalışır, bazılarımız ise bu “farklılığı” bir gruba, bir ırka, bir dine, bir mezhebe dâhil olarak, dâhil olduğu grubun diğer bütün gruplardan daha iyi olduğuna inanarak kendine kanıtlamaya uğraşır.
Bu farklı olma isteği belki de insanoğlunun değişim ve ilerleme motoru.
Bu motorun yakıtı da bencilliğimiz, kendimize hak gördüğümüzü başkasına hak görmememiz, çifte standardımız, eşitlikten hoşlanmayışımız.
Tarih, diğerlerini yok sayan, daha da beteri diğerlerini “yok eden” grupların, toplulukların, ırkların, dinlerin, milletlerin hikâyesi.
Hayata, bu tarihin “öneminin” içine gömülerek bakarsanız her şey size anlamlı gözükür, biraz geriye çekilerek bakarsanız her şey size saçma gözükür.
Sanırım, hayatı anlamlandırma, biraz da hayata bakış “mesafesiyle” ilgili.
Geriye çekilip baktığınızda, evrenin en önemsiz gezegenlerinden birindeki bu “önemlilik” yarışı size komik gelecektir.
Niye birileri birilerinden daha önemli olsun, kendi başına bir ışığı bile olmayan, aydınlanmak için Güneş gibi bir yıldızın ışığına muhtaç durumdaki bu gezegenin üstünde.