335 yıl önce bugün Viyana önlerinde neler yaşandı?
11 Eylül 1683’te, yani bundan tam 335 yıl önce bugün Osmanlı Ordusu Viyana önlerinde uğultuları hala dinmeyen, modernleşme tarihimizi doğuran bir mağlubiyet yaşadı.
Tarih kitaplarımız bu savaşı iki büyük ordunun arasında cereyan etmiş bir harp gibi tasvir ederler.
Ancak savaşın tanığı olan bir isim bize aslında olayların hiç de böyle gelişmediğini anlatır.
O sırada, sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yanında bulunan Devlet-i Aliyye Teşrifatçıbaşısı (Özel Kalem) Ahmet Ağa, an be an her ayrıntıyı kaydettiği Viyana Kuşatması Günlüğünde bu bozgunun gerekçelerini sıralar.
Siyasal gerekçeler, stratejik hatalar, hiyerarşik anlaşmazlıklar bir hayli uzun ve karmaşık fasıllar…
Benim bu günlüklerde daha çok dikkatimi çeken siyasal değil, ahlaki yanlışlar.
O gün askeri hatalar nedeniyle Osmanlı Ordusu, Viyana garnizonlarıyla Lehistan Kralı Jean Sobieski’nin yüz bin kişilik ordusu arasında sıkışıp kalıyor.
Ordudaki çürütücü yanlışları şöyle sıralıyor Ahmet Ağa…
“Kibir, nankörlük, fuhuş, alkol, açgözlülük…”
Döneminin en modern, silah gücü en yüksek, en görkemli ordusundaki yanlışlara bakın…
Sefer esnasında “Alman ülkesinin on iki menzil içlerine kadar dalıp, ta Akdeniz, Venedik sınırlarına dek yağma akınları” yapıldığını söylüyor Ahmet Ağa ve “askerlerimiz gavur ülkesini öyle yıkıntıya çevirdiler ki aradan yüz yıl geçse bile eski bayındır haline getirmek mümkün olmayacaktır” diye de ekliyor.
Ahmet Ağa günlüklerinde “Rumeli’ne ayak basıldığından beri ganimetin böyle çoğu hiçbir orduya nasip olmamıştır” diyerek alınan ganimetin akıl almaz boyutunu tasvir ediyor.
Ordunun ganimetin fazlalığından hareket edemez hale geldiğini, savaş atlarından daha fazla yük atının ordugahta olduğunu da söylüyor o günlerin tanığı olarak. Alınan esirler de cabası…
Ve ilginç ayrıntıları anlatmaya devam ediyor: “Bir defasında Sadrazam 2500 koyunu elli kuruşa satın aldı. Bir başka seferinde de, Tatarlar, getirdikleri koca bir öküz sürüsüne ucuz fiyattan müşteri bulamadılar, bu yüzden (sürüyü) tekrar kırlara salıverdiler.”
Daha enteresan, hatta tarih kitaplarında pek anlatılmayan bir başka bilgiyi de şöyle veriyor: “Meydan savaşının yapıldığı gün, ganimet toplamış adamlar (Osmanlı askerinden bahsediyor) daha kuşluk vakti ordugahtaki eşyalarını hayvanlarına yükleyip yola çıkmaya koyuldular. Bunların kaçma hazırlığı ve telaşının sonucu olarak, ordugahta bulunan diğer askerlerde heyecanlandılar. Bu sefer onlar da bin türlü kaygıyla mallarını hayvanlarına yüklemeye başladılar. Ordugahta cereyan eden bu olayın haberi dışarıda gavurla savaşa tutuşmuş askere ulaşınca, onlar da (savaşı bırakarak) aynı şekilde mallarını toplamak kaygı ve telaşına düştüler. Herkes bir an önce kendi çadırına koşmaktan başka bir şey düşünmez oldu. Arkasından Rumeli Tımarlı askeri tabana kuvvet kaçmaya koyuldu. Bu sayede de gavurlar hemen hiçbir yerde direnmeyle karşılaşmadan cepheyi yardılar. Böylece yüzbinden fazla mel’un dinsiz, İslam ordusunun çok az bir kısmıyla savaşarak Sadrazam’ın otağına kadar ilerledi.(Sf: 111)”
Çok çarpıcı bir durum.
Ortada bir savaş var ve savaşmak için 1500 kilometre yol kat etmiş olan asker, ganimetini kurtarmak için savaş meydanını, ordusunu, bayrağını terk edip gidiyor. Bu gidişi, 16 yıl sürecek ve Karlofça Antlaşması ile bitecek bir harp, adım adım Rumeli topraklarının kaybı ve sonunda da Anadolu’nun işgali takip edecektir.
Bugün, tarihin tekerrür etmediğini söyleyebilmek için ganimete bakışımızın değişip değişmediğini, içimizde “ganimeti kurtarma” güdüsünün hala yaşayıp yaşamadığını samimiyetle muhasebe etmemiz gerekiyor.
Düşünelim, o savaş meydanında biz olsak hangisini yapardık.
Tarafımızı şuradan da anlayabiliriz.
Ülkede popüler kültür ideolojisinin, uluslararası finansın istilası varken, ganimetleri atına yükleyen asker gibi mi davranıyoruz, yoksa cephedeki yerimize mi seğirtiyoruz?
Savaştığımızı düşünerek bize itimat eden insanların imkanlarını, desteklerini kendi kişisel refahımıza kullanarak istismar mı ediyoruz yoksa o desteği mücadeleye mi sarf ediyoruz?
Ben ve çocuklarım madden-manen kurtulsun da gerisi ne olursa olsun mu diyoruz yoksa memleketi kaybetmeyi göze alamayacağımız bir büyük aile olarak mı görüyoruz?
Bunlara bakarak, bundan 335 yıl önce Viyana surları ile Kahlenberg tepeleri arasında cereyan eden o utanç verici olaylardaki safımızı belirleyebiliriz.
Unutmayalım…
Tarihin kötü yanı ibret alınmadığında hızlıca tekerrür etmesidir.