Barış için...
Önümüzde çok fazla seçenek yok.
Gidebileceğimiz iki yol var.
Barış ya da kaos.
Yapacağımız tercih sadece bu ülkenin değil, kendimizin ve çocuklarımızın geleceğini de belirleyecek.
“Barış istiyoruz” derken aslında ne istiyoruz?
Herkesin ırkına, dinine, mezhebine bakılmaksızın eşit olduğu, herkesin çocuklarına anadilini özgürce öğrettiği, anadilini rahatça konuştuğu, dağdakilerin yeniden hayata karışabildiği, delikanlılarımızın gösterilerde vurulmadığı, genç kızlarımızın otobüslerde yakılmadığı, askerlerimizin şehit edilmediği, isteyenin din dersi gördüğü istemeyenin görmediği, türbanın özgür olduğu, başını açanın bir baskı hissetmediği, Alevilerin cemevlerinde yapacağı ibadetlerin açık bir hak olarak kabul edildiği, ordunun siyasetten çıktığı, seçim sisteminin her fikrin parlamentoya girmesine izin verecek şekilde düzenlendiği, düşünce açıklamalarına kısıtlamaların getirilmediği, silahların sustuğu, yargının adil ve tarafsız olduğu, emeğin hakkını aldığı, özgür bir ülke istiyoruz.
Bütün bu hakların anayasa ve yasalarla güvence altına alındığı bir ülke istiyoruz.
Silahların susması, böyle bir ülke kurmamız için yolumuzu açacak.
Herkes kendi ırkına, dinine, diline, yaşama biçimine özgürce sahip çıkacak ne birbirinden, ne de devletten bir baskı görecek.
Bu istekler bir bütün, bunlardan bir kısmını yapalım, bir kısmını yapmayalım dediğinde barışa ulaşamıyorsun.
Ya hepsini yapacaksın ya da hiçbiri olmayacak.
Böyle bir ülke istiyor musunuz?
Böyle bir ülke istiyorsan barışı desteklersin.
Barış olmadığı sürece bu ülkede siyaset normalleşmez, ordu her zaman siyasetin içinde olur, yargı keyfince parti kapatır ve hiç kimse özgür olamaz çünkü.
Türkün özgürlüğü Kürdün özgürlüğüyle, Sünninin özgürlüğü Alevinin özgürlüğüyle, solcunun özgürlüğü sağcının özgürlüğüyle sıkı sıkıya birbirine bağlı.
Bu ülkenin omurgasını oluşturan Sünni dindarlar yakın zamanlara kadar sadece kendi haklarını istiyorlar, Kürtlerin, Alevilerin, solcuların haklarını verilmesine karşı çıkarak, bu yasaklar konusunda devleti destekliyorlardı.
Ama şimdi dindarların büyük çoğunluğu bu tavrını değiştirdi.
Bu değişim, Türkiye için büyük bir şans.
Ancak dindarların çok uzun zaman “çifte standarda” sahip çıkmaları, diğer kesimlerde dindarlara karşı bir kuşkunun oluşmasına neden oldu.
Bugün dindarları temsil yetkisine sahip gözüken AKP’nin bu kuşkuları dağıtması gerekiyor.
Daha net konuşmalı, Kürtlere, Alevilere, solculara verilecek hakları daha açıkça söyleyip, bunları anayasal bir teminata kavuşturacağını da açıklamalı.
Kürtlerin, Alevilerin, solcuların, dindar olmayan bir hayat sürenlerin kuşkularını gidermeli.
Kürtler, Aleviler, solcular da bu güvenceler verildiğinde “barıştan” caymayacaklarını açıkça ortaya koymalı.
Barışa giden yoldaki en büyük engel, birbirimize olan güvensizliğimiz.
Ama barışın getireceği hayatı hep birlikte istiyorsak bu güvensizliğin üstesinden gelmeliyiz.
Çünkü karşımızda bir de “barışı istemeyenler” var.
Barışı isteyenlerin nasıl bir ülke hayali kurdukları çok açık ama barış istemeyenlerin nasıl bir ülke hayal ettikleri açık değil.
Sanırım, “hayallerini” açıklamaktan korkuyorlar, o hayallerin taraftar bulamayacağından çekiniyorlar.
Ve, barışı istemeyenler her kesimde var.
Devlet Bahçeli, Deniz Baykal, Cemil Çiçek, Emine Ayna farklı kesimlerden, farklı partilerden insanlar ama barış karşısındaki direnişlerinde birbirleriyle benzeşiyorlar.
Onlar, “barış gelmediğinde” nasıl bir ülke olacağını düşünüyorlar?
Barış yoksa ölüm var, otobüste yakılan Serap, sırtından vurulan Aydın, pusuya düşürülen genç asker var.
Korkuyla titreyen, içi yanan, öfkelenen, kinlenen, intikam peşinde koşan, darbecilerin bin bir tezgâhıyla, devletin içindeki çetelerle kirlenmiş bir Türkiye var.
Niye böyle bir ülke istediklerini bilmiyorum.
Ölümü ve kaosu isteyenleri anlamak kolay değil.
Böyle bir kaosun kendilerini de vuracağını sezecek bir algıdan ve mantıktan yoksun olanların mantık yapısını kolayca çözemeyiz.
Onlarla, onların planlarıyla ve niyetleriyle de uğraşmamalıyız.
Özgür, eşit ve zengin bir ülke istiyorsak, elele verip birbirimize güvenerek, birbirimizin hatalarını düzelterek, bazen öfkelenip, bazen acı çekerek ama her zaman kararlı bir şekilde yürümeliyiz.
Varacağımız yeri düşündüğümüzde, bu yürüyüşte çekeceğimiz her çileye katlanacak gücü de buluruz.