Türban ve devlet
Devlet meşru bir örgüt müdür?
Taammüden adam öldürme hakkına sahip bir örgütten söz ediyoruz.
İnsanlık tarihinin en ağır suçunu işleme hakkına sahip olan bir örgütün, çok kuvvetli bir meşruiyet dayanağı olması gerekir.
Taammüden adam öldürme hakkını bir örgüte verebilecek iki büyük güç vardır.
Biri tanrıdır.
Padişahlar, krallar, imparatorlar meşruiyetlerini tanrıya bağlarlar.
Onların iktidarı tanrının buyruğudur.
İkinci ve asıl büyük güç halktır.
Tanrının buyruğu olduğu söylenen bir padişahlık bile iktidarını, halk bu buyruğun geçerliliğine ikna olduğu sürece sürdürebilir.
Demokrasilerde ise halk tek meşruiyet kaynağıdır.
Bir devletin, devlet olabilmesi için halkın onu devlet olarak kabul etmesi gerekir.
Meşruiyetini ne tanrıya ne de halka dayandıran bir devletin, varlığını sürdürebilmesi ise ancak silahla olur.
Halkını korkutarak ayakta kalmaya çalışır.
Ama bu da çok uzun sürmez.
Sonunda yıkılır.
Meşruiyet zeminini kaybeden bir devletin ayakta kalması mümkün değildir çünkü.
Bataklıkta inşa edilmiş bir bina gibi çöker.
Peki, bizim devletimizin meşruiyet kaynağı nedir?
Tanrı değildir.
Peki, halk mıdır?
İşte bunun cevabı zor.
Halkın meşruiyet kaynağı olduğu yönetimlerde, halk devletin varlığını, o devleti yönetme hakkı karşılığında kabul eder.
Devlet meşrudur çünkü halk onun yönetimini, yapacaklarını, programını, politikasını belirler.
Eğer bizim devletin meşruiyetini sağlayan halksa, o zaman bu devletin yönetiminin de halkta olması gerekir.
Bizim devletin yönetimi halkta mı?
İşte bunun cevabı da karışık.
Bunun en tipik örneğini biz türban konusunda yaşadık.
Halkın çeşitli partilere dağılmış temsilcilerinin devleti yönetmek için toplandığı parlamentonun 411 üyesi, türban yasağının kaldırılmasına karar verdi.
Bu, halkın kararıydı.
Peki, devlet halkın kararını uyguladı mı?
Hayır.
Halkın çeşitli kesimlerini temsil eden partilerin ortaklaşa verdiği bir kararı Anayasa Mahkemesi, yetkilerini aşarak iptal etti.
Anayasa Mahkemesi, halkın kararlarını dinlememe ve devlete yön verme yetkisini kimden alıyordu?
Tanrıdan mı?
Hayır.
Halktan mı?
Hayır.
Kimden peki?
Anayasa Mahkemesi, bu yetkiyi hukuktan alıyordu diyenler çıkacaktır ama böyle söylerlerse yanılırlar.
Çünkü Mahkeme bu kararı alırken yasaları çiğnemişti, bu bir.
İkincisi de, bir ülkenin hukuk yapısını belirleme hakkı sadece halkın temsilcilerinindir, onlar hukuku yapar, yargı, bu kararlara uyulup uyulmadığını denetler.
Yargı, hukuk yapmaz, yapamaz.
Ona bu hakkı veren meşru bir dayanağı yoktur çünkü.
Yargı, halk iradesinin üstüne de çıkamaz, çıktığı takdirde devleti meşru kılacak tek gücü yok etmiş olur.
Böylece devletin meşruiyetini de yok eder.
Ki, benim bilebildiğim kadarıyla bu çok ciddi bir suçtur.
Birçok konuda olduğu gibi türban konusunda da Türkiyede devlet görevlileri, devleti halktan kopararak bir meşruiyet sorunu yaratıyor.
Devlet kararları halka değil, zora ve zorbalığa dayanır hale geliyor.
Şimdi türban konusu yeniden gündemde.
Türbanlı kızları üniversite sınavlarına sokmuyorlar.
Halkın seçtiği parlamentodan çıkan hükümet, bir yasaya değil bir yönetmeliğe dayalı olan türbanlılar seçme sınavına katılamaz kararını değiştirmiş.
Öğretmenler sendikası Danıştaya gitmiş.
Ve, Danıştay türbanlılara yeniden yasak koymuş.
Parlamento ve hükümet, türbanlılar serbest olsun diyor, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay hayır diyor.
Peki, devleti kim yönetiyor?
Halkın temsilcileri mi yoksa yargıçlar mı?
Yargıçlar yönetiyor gibi gözüküyor.
Meşruiyet kaynakları ne?
Halk değil... Halkın iradesi de değil.
Ne peki?
Hukuk derseniz, hukuku yapma hakkı kimin diye sorarım.
Yargıçlar, hukuku yapmak için halkın onayını alan gücü inkâr ediyor.
Böylece halkı ve devletin meşruiyet temelini inkâr etmiş oluyor.
Bu yargıçlar, türbana değil devletin meşruiyetine saldırıyor.
Böyle giderse bu devletin temelini çökertecekler.