Çocuklarımız Zehirleniyor Yalan mı?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Türkiye Afet Müdahale Planı Değerlendirme Toplantısı’nda kürsüye çıktı ve şunları söyledi: “Lanet bir dizi var ‘Çukur’ diye. Bir de ‘Adana Sıfır Bir’ diye dizi var. İkisinin etki alanı kadar etki alanı oluşturamıyorsak yandık. Bu iki dizi çocuklarımızı zehirliyor.”
Bakan Soylu’yu bu sözlerinden dolayı eleştirenler oldu.
Bense kendisini tebrik ediyorum. Nasıl etmem?
Bu köşeyi sürekli okuyanlar diziyi izlememişlerse bile artık ezberlemişlerdir “Çukur” adını. Onu sürekli anmamızın nedeni dizinin içerdiği abartılı şiddet sahneleri ve başrollerinin neredeyse tamamının bir birinden karanlık katillerden oluşması... İstiyoruz ki aileler bu dizi için ekran karşısına oturduklarında, özellikle yanlarında evlatları varsa daha ihtiyatlı olsunlar. Çocukları küçükse kesinlikle izletmesinler… Çünkü insan dediğimiz yapı, özellikle de bizim gibi daha az okuyan toplumlarda görerek öğreniyor. Bu açıdan Bakan sonuna kadar haklı, bu diziler “çocuklarımızı zehirliyor…”
Bir siyasinin, halkı ilgilendiren çok önemli bir konuda konuştuğu için bu kadar sert bir şekilde eleştirilmesini doğru bulmuyorum. Elbette eksik bıraktığı dizileri hatırlatabilirsiniz ki biz burada hepsi uzun bir liste olabilecek o dizileri sık sık yazıyoruz. (Yanlış anlamaların önüne geçmek için o konuşmada diğer şiddet içerikli dizilerin en popülerlerinden bir kaçının adı da geçmeliydi tabii.) Fakat eleştirenler böyle yapmadılar. Oysa halkla her gün kanaatlerini paylaşan gazetecilerin, halka olan sorumluluk duygularının siyasilere olan öfkelerinden büyük olması gerekir.
Gelelim bu dizilerin nasıl zehirlediklerine…
Bunun temel bir yolu var: Şiddeti haklılaştırmak. Yani bir karakter oluşturuyorlar ve o, kendini ya da sevdiklerini korumak için mütemadiyen şiddete başvuruyor. Ne oluyor böyle olunca? Şiddet, yani kanuna ve ahlaka aykırı akıl dışı hareket meşrulaştırılıyor… Normalleştiriyor… İzleyicinin sevdiklerini korumak için şiddete başvurmasını, saldırganlığın yöntemlerini öğrenmesini kolaylaştırarak şiddeti özendiriyor. Bu haliyle zaten düpedüz 6112 sayılı kanun ihlal ediliyor.
Şiddetin haklılaştırılması tek yol değil fakat... Bir de, şiddete başvuran karakterin hiç ceza almadığını hatta kahraman ilan edilerek ödüllendirildiğini gösteriyorlar ki, bu da şiddetin taklit edilmesini, özenilmesini kolaylaştırıyor gençler için. Şiddet dolu dizilerde, şiddet sergileyenler nasıl el üzerinde tutuluyor ve “gerçek erkek” olarak lanse ediliyorsa, taklitçi gençler de bu değerleri içselleştirip aynı yol ve yöntemleri kullanarak “gerçek erkek” olmaya çalışıyorlar. İzleyen çocuklar bu dizilerde rağbet edilen karanlık değerleri özümsüyorlar. Sokakların “gerçek erkek” olma heveslisi gençlerle dolu olmasının bir nedeni de bu…
Biz de bu yüzden, okuyucumuzu daha fazla bilgilendirmek için ekranlardaki şiddeti bin bir veçhesiyle anlatmaya çalışıyoruz buradan hem de bıktırırcasına. Fakat malımıza müşteri bulamadık şimdiye kadar! Sesimize ses veren çıkmadı... Hele siyaset dünyasından, hiç…
İlk kez Sayın Bakan konuşmasıyla, meramımızı insanlara duyurmuş oldu…
Son derece memnun olduk…
Ne dersek diyelim hala toplum olarak siyasileri yol gösterici olarak görüyoruz. Bu nedenle bir siyasinin zararlı bir ürüne karşı ikazda bulunarak toplumdaki farkındalığı artırmaya çalışması, bence çok önemli. Benzer bir çıkış en çok Sayın Cumhurbaşkanımıza yakışır diye düşünüyorum. Ekranlardaki şiddet olgusuyla ilgili onun yaklaşımı, çok daha büyük kalabalıklar üzerinde etkili olacaktır şüphesiz. Siyasilerin bu neviden çıkışlarını “cezalar ve yaptırımlar” izlemediği sürece, çok faydalı görüyorum.
Bakan Bey’in konuşmasının topluma karşı sorumluk mevkiinde olanları görev başına davet eden diğer bölümü de meselenin en can alıcı kısımlarından biri bence. Biz de bunu dillendirip duruyoruz…Diyor ki sayın Bakan: “Ben de hayretle bakıyorum ‘Üniversite hocaları ne işe yarıyor?’ diye. Çocuklarımız ve gençlerimizin yönünü hayra, doğru işlere döndürmeliyiz.”
Evet sahiden, üniversite hocaları, lise-orta okul hocaları, din adamları, okul müfredatlarını hazırlayanlar, gazeteciler, aydınlar ne yapıyorlar?
Bu kadroya siyasileri de dahil edelim biz…
Ekranlardan yayılan hastalık ne kadar çok gencimizi bizden aldı, alıyor; neden güçlü, ikna edici, kamuoyu oluşturucu bir ses hala çıkmıyor bu kesimlerden?
Sormak hakkımız değil mi?
O halde soralım…
Neden?
Neden?
"TANRI DEĞİLİM... HENÜZ"
Fatih Altaylı köşesinde diyor ki: “Bu satırları yıllar önce, 2000’lerin ortasında Kurtlar Vadisi adlı diziye savaş açmış biri olarak yazıyorum. O zaman bu dizinin toplumu dönüştürme aracı olacağını ve gençleri çok kötü etkilediğini yazıp durdum.”
Dediği doğru Altaylı’nın… O zamanlar diziyi, “Karanlık dünyalara bir övgü.” olmakla suçlamıştı.
Fakat Kurtlar Vadisi’nden bahsettiği aynı yazının son kısmında Peaky Blinders adlı bir diziden bahsediyor Altaylı ve bu dizinin neden Türk televizyonlarına uyarlanmadığını soruyor ve dizinin özelliklerini bir yapımcının ağzından şöyle sıralıyor:
“Dizinin en önemli olayı içkinin sigaranın hava su gibi tüketilmesi. Şiddet tarafı ayrı. Bu Türkiye’de yayınlanamaz.”
Yapımcının dizi ile ilgili söyledikleri harfiyen doğru… Sinematografisi, müzik kullanımı, diyalogları ne kadar başarılı olursa olsun bu dizi de tıpkı Bakan Bey’in eleştirdiği Çukur ve Altaylı’nın bir zamanlar “savaş açtığı” Kurtlar Vadisi gibi bir çetenin hikayesini anlatıyor. Hem de başında "Tanrı değilim... henüz." diyecek kadar hırstan gözü dönmüş bir karakterin olduğu bir çeteyi anlatıyor dizi.
İple boğma sahneleri de dahil sürekli cinayet işlenen, işlediğini dönem itibariyle neredeyse her planda alkol ve sigaranın olduğu ve Altaylı’nın Türk televizyonlarına uyarlanmasını istediği dizi böyle bir dizi…
Aynı yazı içinde kaliteleri farklı olsa da aynı türe ait iki yapımdan birine savaş açtığını söyleyip, diğerinin “uyarlanmasını” istemek ve RTÜK’ü bu diziyi yayınlatmayacak olmakla suçlamak çelişki değil mi?
Altaylı şunun da cevabını vermeli: “Kurtlar Vadisi gençleri kötü etkileyecek kadar karanlık dünyaları övüyor” da, hırslı bir çete liderinin yükseliş hikayesini merkeze alan söz konusu dizi, bu “karanlık” yükselişi çekici hale getirip övmüyor mu?