28 Şubat ve Ergenekon... Darbeciler niye başaramadı?
Emekli Oramiral Özden Örnekin tuttuğu günlükler Nokta Dergisinde yayınlandığı günlerde, çok tartışmıştık... Acaba doğru mu, düzmece mi diye... Özden Örnek; günlükteki ifadeleri kâh kabul etmiş, kâh reddetmişti... Ya da, bir kısmını kabul etmiş, bir kısmını reddetmişti... Ama şimdi ortaya çıkıyor ki; günlükler doğrudur!.. Darbe plânları doğrulanmıştır!.. Hem de, bir başka günlük tarafından!.. Evet; gazetecilik kılıfı altında darbe taktisyeni gibi çalışan Mustafa Balbayın günlükleri tarafından!.. Kabaca göz atıldığında görülür ki; Özden Örnekin günlükleri ile Mustafa Balbayın günlükleri birebir örtüşmekte, birbirlerini doğrulamaktadır!.. Yani Ayışığı da doğrudur, Sarıkız da!..
Ortaya çıkan günlükler gösteriyor ki;
2003 ve 2004 yıllarında darbe planları hazırlamakla suçlanan Şener Eruygur, o dönemde Cumhuriyet gazetesi ve özellikle de Mustafa Balbayın izlediği politikadan çok memnundur!..
23 Mayıs 2003 günü Cumhuriyetin manşetindeki Genç Subaylar Tedirgin başlığından dolayı Balbayı arayıp teşekkür etmektedir;
Siz görevinizi yaptınız...
Söyleyin Allah aşkına;
Bir gazeteci, böyle bir ilişki içine girer mi?.. Girerse, bunun adına gazetecilik denilir mi?..
Balbay, darbe orgazmı içindeki komutanlarla strateji belirliyor!.. Onlarla o kadar içli-dışlı ki; komutanlar, soruyor kendisine;
Ne yapalım?
Balbay cevap veriyor:
28 Şubat benzeri bir durum diyorsunuz ama bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı!.. Süreye yayılınca, görünen ortada!
VATANSEVERLİK Mİ, PARASEVERLİK Mİ?
Görüyorsunuz değil mi;
Gazeteci sıfatlı Balbay, 28 Şubat darbesini de yeterli bulmuyor, daha darbeli bir darbe istiyor!..
Peki, Şener Eruygur ve avanesi niye başaramıyor daha sert bir darbeyi?..
Cevabı, Balbayın günlüklerinde:
Örnek Abinin (Özden Örnek) durumu da biraz karışık. Kendisinden üç defa mal bildirimi istenmiş. Birincisini beğenmemiş tepedeki, ikincisini göndermiş, sonra bir defa daha göndermiş. Durum trilyon. O da bu nedenle bir ölçüde geri çekilmek durumunda olabilir... Beythovenın (üst düzey komutan) da görev sırasında bazı kadınsal ilişkiler nedeniyle durumu hoş olmamış. Bu da biliniyormuş. (8 Eylül 2004)
Demek oluyor ki;
Laiklik, çağdaşlık, Atatürkçülük filan hep hikâye!..
Tabiî, memleketi irtica tehlikesi(!)nden kurtarmak da palavra!..
Şu hâle baksanıza;
Trilyonlar konuşuluyor!..
Kadın ve fuhuştan dem vuruluyor!..
Anlayacağınız;
Herkes cukka ve hokka derdinde!..
HİÇBİR ŞEY GİZLİ KALMAZ!
Günlükler üzerine daha başka şeyler de yazmak mümkün... Meselâ, Cumhuriyetin sahibi görünen İ. Selçukun; Bir kez daha yenilen tarafta olmak istemiyorum!.. Bundan çok korkuyorum dediğini, Balbayın da, komutanlara taktik verirken, Hilmi Özkökü harcamazsanız olmaz dediğini, Erdal Şenelin; Ahh, ahh... Bu işi 28 Şubatta bitirecektik diye yakındığını yazıp, şöyle sormak mümkün;
Böyle bir Şener Eruygur ve böyle bir Hurşit Tolon niye hapse atılmaz da, ortalıkta dolaştırılır?.. Ortalıkta dolaştıkları neyse de; darbe plânlamaya devam ediyorlar!
Sadece onlar değil, eşleri de etrafa tehdit savuruyor!..
İşte gördünüz; dün savcıya ifade veren Mukaddes Eruygur; hakkındaki haberleri doğruladı ve O ses, bana ait itirafında bulundu!..
Hangi ses?..
Hani, biliyorsunuz ya... Emekli Org. Şener Eruygurun eşi Mukaddes Hanım, Albay Nusret Demircan ile görüşmesinde diyordu ya;
Şimdi bu Zekeriya Öz 13. Mahkemede, itirazlarımızı bunlar kapıyor. 12. ve 14. mahkemeler bizdenmiş. Ankara Barosu, İstanbul Barosu ve İzmir Barosu Hazırız biz dediler... Teşekkür ettik herkese. Ama biri ceza profesörü, anayasa profesörü, birisi ceza profesörü...
İşte bu konuşma için; Evet, o konuşmayı ben yaptım dedi Mukaddes Hanım!..
Evet bütün bunları yazıp, sonra da denilebilir ki; gerçeklerin, er veya geç ortaya çıkmak gibi bir huyları vardır!..
İşte görüyorsunuz;
Hiçbir şey gizli kalmıyor!
Karaalioğlunun da yazdığı gibi;
12 yıldır medyanın darbeyle, darbeciyle ilişkisinin her türlüsünü anlatan sayısız belge okuduk. Nasıl yandaş, nasıl yardakçı, nasıl tetikçi olduklarına dair onlarca, yüzlerce itiraf ortaya çıktı.
Kendi kendilerini ihbar ettiler, az sayıda vicdan sahibi özeleştiri yaparak gerçekleri teyid etti. Belgeler, raporlar, görüntüler birer dizi film gibi ortalığa saçıldı.
Basına sızan Balbay günlüklerinde aynı işbirliğini, yandaşlığı, hatta kraldan çok kralcılığı, askerden çok askerciliği bir kez daha gördük.
Bunlar mı bağımsız Türk medyası?
Askerle darbe ortaklığına giren, demokrasiye, hukuka, siyasete, seçime başkaldıran; bunun için provokasyonlar düzenleyen, düzenlenmesi için askeri, yargıcı kışkırtan; Danıştay örneğinde olduğu gibi katliamlar yapan örgütün üyeleri mi gazeteci?
Dedim ya; günlüklerde ortaya çıkan darbe girişimlerini farklı boyutlardan irdelemek ve adı geçenler hakkında ağza gelen her şeyi söylemek mümkün!..
28 ŞUBAT NİYE BAŞARILI OLAMADI?
Ama ben; her şeyi bir yana bırakıp, Balbayın bir ifadesine değinmek istiyorum.
Balbay, kendisine Ne yapalım? diye akıl danışan darbeci komutana ne diyor;
28 Şubat benzeri bir durum diyorsunuz ama, bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı!
Erdal Şenel ne diyor;
Ahh!.. Ahh!.. Bu işi 28 Şubatta bitirecektik!
Bu sözler de gösteriyor ki;
28 Şubatta başarılı olunamadı!
Doğru; başörtüsü yasaklandı... İmam Hatip Liselerinin orta kısımları kapatıldı!.. Kuran öğrenme yaşı sınırlandırıldı!.. Bunun gibi daha nice zorbalık ve yasadışı zulüm var ki, hepsi gerçekleştirildi!..
Ama, şu da var ki;
28 Şubat hiç sevilmedi ve halkın gönlünde hiç yer bulamadı!
Dahası; 28 Şubat darbesinde rol alan, onlara yardım, yataklık ve yardakçılık yapan herkes tasfiye oldu!.. O günlerde kibirlerinden yanına yaklaşılmayan, burunlarından kıl aldırmayan adamların, bugün yüzüne bakan yok!..
Hepsi, silinip gitti!..
Hiç düşündünüz mü; 28 Şubat niye başarılı olamadı, 28 Şubat darbecileri nerede yanlış yaptılar?
Aslına bakarsanız;
Ayışığı, Sarıkız ve Yakamoz darbecileri nerede yanlış yaptılarsa, 28 Şubatçılar da orada yanlış yaptı!..
Her iki darbeci güruhu da; milleti itip, medya ile iş tutmaya çalıştı!.. Ne milletin değerlerine önem verdiler, ne de inançlarına!..
Medyayı kılavuz edindiler!.. Hem onlara servis ettiler, hem de onların yazdıklarını doğru kabul ettiler!..
MEZHEP İMAMLARI İLE DİYALOG!!!
Meselâ; 30 Haziran 2001 tarihli MGKda, irtica ile mücadele raporunun görüşüldüğünü yazan Hürriyet, manşetten diyordu ki;
Tarikat ve mezheplerin önde gelenleriyle kurulan diyaloglar sonucunda bu grupların devlet ve hukuk sisteminin içerisine çekilmesi ve devletin yanında yer almaları konusunda önemli mesafeler alındı.
Cümleyi; lütfen bir defa daha ve dikkatlice okuyun...
Deniliyor ki;
Tarikat ve MEZHEPLERİN ÖNDE GELENLERİ İLE kurulan diyaloglar...
Hayır, hemen gülmeyin!..
Maalesef; irtica ile mücadele böyle yapıldı bu ülkede!
Hiçbiri hayatta olmayan mezhep önde gelenleri ile diyalog(!)lar kuruldu, onlarla görüşüldü(!) ve onlar sistemin içine çekildi!!!..
O zamanlar, hiç kimse sormadı;
Ne İmam-ı Azam Ebu Hanife, ne İmam Muhammed bin İdris eş-Şafii, ne İmam Malik bin Enes ve ne de İmam Ahmed Bin Hanbel... Mezheblerin önderleri bu dünyadan göçeli çok oldu!..
Hem de; asırlar önce!..
İyi de;
Bugün, bazılarının mezarları bile bilinmeyen bu mezhep önderleri ile, kim nerede ve nasıl diyalog kurmuştur?
Dahası;
O raporu hazırlayan irtica uzmanı beyler; acaba hangi tekniği kullanarak birlikte çalışma yürütmüştür ölü mezhep önderleri ile?
Ölü mezhep önderleri acaba nasıl çekildi devletin safına?..
Acaba, hangi brifing tekniği uygulandı?..
Bir büyük salona mevcutlu olarak getirilip, topyekûn bilgilendirme mi yapıldı, yoksa ikna odalarına mı sokuldular?!?
Nasıl?.. Nasıl?.. Nasıl?!?..
Bunlar hiç sorulmadı kendilerine!
İşte bu zırcahiller ve onların sergilediği cahillikler dolayısıyladır ki; bu millet, 28 Şubat darbesine, evet boyun eğmiştir!..
Ama hiç sevmemiştir!..
Kimbilir, onların birer vatansever değil, Ergenekoncu olduklarını, ta o günlerde hissetmiştir!..
Ne dersiniz, hissetmiş midir?..
Cumhuriyet Padişahları!
Hani, hep deriz ya; Osmanlı döneminde 1 padişah vardı, Cumhuriyetle birlikte ise elini sallasan Padişaha değer bir manzara çıktı ortaya!..
Herkes padişah, herkes kral!.. Cumhuriyetin simgesi Cumhuriyet gazetesi de başlı başına bir kraliyet!.. Gelin, görün ki; Cumhuriyeti yöneten imparatorlar, gazete bünyesindeki krallardan ve prenslerden rahatsızdır.
Bu rahatsızlık, Balbayın günlüğüne bile yansımış... Gazetedeki hisse dağılımının yayın politikasını olumsuz etkileyeceği kaygısı, her oturumda gündeme gelmiş!.. Balbay, ısrarla İlhan Selçukun Altın Üçgen modelini anlatmış ve demiş ki; Ortaklık yapısı değişse de bağımsızlığımızı koruruz.
Peki, nedir Cumhuriyetin bu altın üçgeni?
31 Aralık 2007 tarihi itibariyle Cumhuriyetin pay tutarı 6 milyon 600 bin lira olarak tanımlanmış ve 110 paya bölünmüş. Bunun yüzde 38.64ü Cumhuriyet Vakfına, yüzde 6.82si İnan Kıraça, yüzde 13.96sı Hıdır Oktaya, yüzde 8.18i Gürbüz Çapana, yüzde 9,09u Medya Yatırıma, yüzde 18.18i Park Yatırım Holdinge (Turgay Ciner), yüzde 0.88i Yeni Gün Haber Ajansına, yüzde 0.91i Ahmet Oruçoğluna, yüzde 3.35i diğer ortaklara ait.
Lütfen dikkat; A grubu hisse sadece Cumhuriyet Vakfına aittir. O da yüzde 10 civarındadır. Bu farklılaştırma sayesinde İlhan Selçuk ve arkadaşları Cumhuriyetteki saltanatlarını sürdürmektedir!..
Demek oluyor ki; Cumhuriyet rejimine sahip çıkıyoruz diyenlerin de birer Altın Üçgenleri vardır!..