Dün Nevzat Tandoğan... Bugün Aydın Doğan!
Zaman zaman yaptığım gibi, bugün de hikâye bu ya diyerek başlamak istiyorum yazıya... Belki de bildiğiniz bir hikâyeyi, yeniden aktarmak istiyorum...
Evet, hikâye bu ya...
Küresel krizle yatıp, küresel krizle kalkan ve aylardır, hemen her haberlerinde yandık, bittik, mahvolduk diyerek kriz tellallığı yapan kartel medyasından bir gazeteci ile, yine kartel ekranlarının kadrolu uzmanlarından olan bir diplomat veya bir akademisyen, her nasıl olmuşsa olmuş, işsiz kalmış!.. Hikâye bu ya; bir başka gazetede ve televizyonda iş bulamamışlar... Hangi kapıya gittilerse, elleri boş dönmüşler... Hikâye bu ya; Bu ülkede bize ekmek yok deyip, kapağı yurtdışına atmışlar!.. Bir süre yiyip, içip eğlenmişler... Tabii, bu arada paralar da suyunu çekmeye başlamış... Bizimkiler, bakmışlar ki, bu yaşantıya para yetişmeyecek, başlamışlar iş aramaya...
Ama, oralarda da kriz var, dolayısıyla iş yok!..
ÇOK İYİ BOK ATIYORLAR!
Ayaklarına kara sular ininceye kadar dolaşmışlar ama yine iş yok... En sonunda; Ne iş olsa yaparım abi noktasına gelmişler ve şehir dışına çıkıp, gözlerine kestirdikleri bir çiftliğe yönelmişler!..
Çiftlik kâhyası; çiftlikte sadece ahır temizleme işçisine ihtiyaç bulunduğunu söylemiş...
Tamam demiş bizimkiler; Ne iş olsa, yaparız!
Başlamışlar çalışmaya... Hemen her sabah erkenden kalkıyorlar, inek ve boğaların bulunduğu ahırları temizliyorlar, daha sonra da; affedersiniz, biriken bokları, küreklerle bir römorka atıyorlar!..
Hani, iyi de çalışıyorlar... Ahırlarda ne kadar bok varsa, hiç şikâyet etmeden, öğleye kadar temizliyorlar...
Çiftlik kâhyası, sevmiş bizimkileri...
Başlarına gelenleri de öğrendikten sonra; Tamam demiş, Size daha kolay bir iş vereceğim!
Vermiş de... Bizimkileri bok atma işinden alıp, yumurta paketleme işine vermiş...
Bunların irilerini ve iyilerini bu taraftaki kutulara, küçük ve kötülerini bu taraftaki kutuya koyacaksınız demiş.
Fakat bizimkiler çok yavaş çıkmışlar, Bu iyidir, değildir, küçüktür, büyüktür tartışmaları ile işleri aksatmışlar.
Onları gözleyen kâhya yanlarına gitmiş;
Affedersiniz demiş, Daha önce sormayı unuttum... Siz Türkiyede ne iş yapıyordunuz?
Bizimkiler;
Gazeteci ve Akademisyen diye cevaplamışlar.
Kâhya, Belli belli demiş, Sizin Türk aydını olduğunuz belli!.. Çok iyi bok atıyorsunuz ama iyi ve kötüyü ayırt etmeyi bir türlü beceremiyorsunuz!..
HEM ONURSUZ, HEM OMURGASIZ!
Evet, hikâye bu ya diye başladık ve hikâyeyi anlattık... Gelelim, bu hikâyeden alınacak derse veya hikâyenin verdiği mesaja!..
Ders veya mesaj, gayet açık;
Özellikle kartel medyasında çalışan gazetecilerin çoğu ve kartel ekranlarına çıkan akademisyenler ile emekli diplomatların çoğu, bok atmayı çok iyi biliyorlar!..
Terör devleti İsrail Gazzeye saldırıp 1500 kişiyi mi öldürdü?.. Bizimkiler İsrailin, fosfor bombası kullandığına, kundaktaki bebekleri bile katlettiğine yani İsrailin savaş suçu işlediğine bile bakmadan, hemen Hamasa bok atıyor;
İsraile niye roket atıyorsunuz?
Başbakan Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Davostaki bir panelde bir araya gelip de; Peres, parmağını sallayarak ve Erdoğanı adeta azarlarcasına konuşup provokatörlük mü yaptı?..
Erdoğan da bu provokatörlüğün altında kalmayıp; Siz insan öldürmeyi çok iyi bilirsiniz! mi dedi...
Bizim kartel yazarları, akademisyenler ve monşerlerde bok hazır;
Başbakan, Perese sen diye hitap edemez!.. Türkiye, İsraile sırtını dönemez!.. Başbakan, maksadını aşmıştır!.. Erdoğan agresif, Peres olgun ve tutarlı!.. Türkiye, bu sert çıkışın bedelini ağır öder!..
Gibi, onursuz ve omurgasız sözler!..
Tamam, anladık;
Bok atma konusunda üstlerine yok... İyi bok atıyorlar!.. Ama birader, bir insanın karnı bu kadar mı bok doludur ki; kendi başbakanına değil de, elin gâvuruna sahip çıkıyorlar!..
Bunlar, gâvur kayırıcı mıdır, nedir?
Bunlar, İsrailin borazanı mıdır, nedir?..
Bunlar Türkiyede mi yaşıyor, yoksa terör ülkesi İsrailde mi?..
Hani var ya;
Bir gün gelir de, bunların Müslüman mahallesinde satacak salyongozları kalmayıp da, gerçekten işsiz kaldıklarını görürsem, hiç şaşırmam!..
Çünkü, dışarıda halk bağırıyor;
Kartel şaşırma, sabrımızı taşırma!..
Kartel dışarı!.. Kartel dışarı!..
Ülke dışına çıkmak zorunda kalıp, yine iş aramaya başlarlar ve yine en iyi yaptıkları işi, yani bok atma işini bulurlarsa, hiç şaşmam!..
Öyle ya;
Ayinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz!..
BU ÜLKEYE NE GELECEKSE!..
Bu mevzuyu burada bırakıp, mevzunun bir başka boyutunu dikkatlerinize sunmak istiyorum...
Bilirsiniz... Tek Parti döneminde kaymakamlar aynı zamanda CHPnin İlçe Başkanıdır...
Tabiî, valiler de, CHPnin İl Başkanı!
İşte bu valilerden biri de; Ankaradaki Tandoğan Meydanına ismi verilen Nevzat Tandoğandır!..
Nevzat Tandoğan, hem CHPnin Ankara İl Başkanıdır, hem de Ankara Valisi!
İş bu Nevzat Tandoğanın; 1944te Nihal Atsız ve Alparslan Türkeş ile birlikte tutuklanan Osman Yüksel Serdengeçtiye şöyle hitap ettiği söylenir:
Ulan öküz Anadolulu, sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var?.. Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz.
Sizin iki vazifeniz var:
Birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek, ikincisi askere çağrıldığınızda askere gitmek.
Nevzat Tandoğanın işte bu tavrı, tipik bir CHPli kafasını yansıtır!..
Öyle ya;
Bu ülkeye ne getirilecekse, onu da CHP getirir!..
Komünizm gelecekse CHP!..
Çarşafa özgürlük gelecekse CHP!..
Kuran kursu yapılacaksa CHP!..
BU ÜLKEDE HANGİ BAŞLIK ATILACAKSA!
Diyeceksiniz ki; Bunlar geçmişte kaldı... Şimdi bunları kaşımanın ne âlemi var?
Haklısınız...
Ama, aynı kafa yapısının halen kartel medyasında devam ettiğini hatırlatmak zorundayım!..
Kartel medyasında!..
Yani Aydın Doğan medyasında!..
Açık yüreklilikle diyebilirim ki;
Hürriyet, Milliyet, Posta, Vatan ve Radikalin sahibi Aydın Doğan, çağdaş bir Nevzat Tandoğandır!
Çünkü Aydın Doğan; 1944ler Türkiyesinde Nevzat Tandoğanın sarfettiği; Bu ülkeye ne lazım ve ne gelecekse onu da biz getiririz sözünü, bugünün Türkiyesinde uygulayan kişidir!..
Nasıl mı?..
Bu ülkede, hangi olay karşısında nasıl bir başlık atılması gerekiyorsa, onu da biz atarız!..
Hürriyette ayrı, Milliyette ayrı!..
Posta, Radikal ve Vatanda ayrı!..
Meselâ, Türk kamuoyunun nabzına göre şerbet verilmesi, yani İsrailin sert şekilde eleştirilmesi mi gerekiyor?..
Hemen Vatan sokulur devreye ve İsrail aleyhinde kurşun gibi başlıklar atılır:
İnsanlık dramı!.. Bu bebekler de mi Hamas militanı?.. Gazzede soykırım!..
Fosfor bombası atan İsrail, suçüstü yakalandı!..
İsrailin yakıp yıktığı Gazze, Hiroşima gibi!..
Vatan, İsrail aleyhinde bir söz söylenecekse, onu da biz söyleriz havasında yayınlar yaparken, Aydın Doğanın diğer gazeteleri; özellikle de Milliyet İsrail yanlısı, Hamas aleyhtarı bir yayın politikası sürdürdü!..
ERDOĞANI DA BİZ ÖVERİZ!
Gelelim, Davos olayına!..
Bu defa, Aydın Doğanın Postası girdi devreye...
Hürriyet, Milliyet ve Radikal Erdoğanın aleyhinde bir yayın politikası sürdürürken, Postada, Erdoğanı göklere çıkaran başlıklar atıldı;
Meselâ, şu iki başlık:
Biri bunları söylemeliydi
Atatürk gibi
Şunu demeye çalışıyorum:
Nevzat Tandoğanın dünkü zihniyeti, bugün Aydın Doğanda yaşıyor...
Aydın Doğan, fiilen diyor ki;
Bu ülkede kime ne söylenecekse, onu benim gazetelerim söyler!
Söylüyorlar da!..
Sövgü de onlarda, övgü de!..
Bok da onlarda gül de!..
Bütün soru ve sorun şu:
Bu tavır, ne kadar etik?
Bir insan, aynı anda bu kadar kılığa girebilir mi?..
Bukalemun bile bu kadar renk değiştiremez!..
Dini siyasete alet!
Ya ben duyup görmedim, ya da söylentiler doğru... Kartel medyasında Kemal Kılıçdaroğlu haberlerinin çıkmadığına dikkat çeken bizim arkadşalar; Acaba diyorlar, Eminönüne bıraktılar da Taksime gidecekken Kartala doğru mu yol alıyor?
Gerçekten, ben de merak ediyorum...
Bay Kılıçdaroğlu yol bulmaya mı yoksa yolunu bulmaya mı çalışıyor?.. Çünkü ne ses var kendisinden ne de nefes!..
İstanbul yarıldı da, içine girdi sanki!..
Bereket ki, onun eksikliğini Sefa Sirmen tamamlıyor... Yeniden İzmit Belediye Başkanlığına soyunan Sefa Sirmen, dün diyesiymiş ki;
29 Martta Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmem halinde ilimizdeki her köy ve mahallede bir Mahalle ya da Köy Evi kurulacak, burada Müftülükle işbirliği yapılarak, çocuklara yönelik Kuran kursları da açılacak!.. Dinimizin kurallarını, kitabını en iyi şekilde öğrenmek, herkesin hakkı. Biz, bütün ailelerin gönül huzuru içinde çocuklarını gönderebileceği, çocukların en iyi şekilde din eğitimini alabileceği kurslar açacağız.
Bunun onda birini söylemedikleri halde AK Parti hakkında kapatma dâvâsı açan Başsavcı A.Yalçınkaya, bu sözlere ne der acaba?..
Yalçınkaya ne der bilemem...
Ben derim ki; Bunun adı, tam da dini siyasete alet etmektir!
Ama CHPliler yapınca, onlara dokunulmaz!